"abdullahkalkan.tr.gg"
  Alışkanlık Bozuklukları
 



 

ÇOCUKÇLARDA ALIŞKANLIK BOZUKLUKLARI VE TEDAVİSİ



ÇOCUKTA ALIŞKANLIK VE DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI

Parmak Emme, Tırnak Yeme, Kekemelik, Pika(toprak yeme ...vb yeme), Alt ıslatma (Enüreziz), Dışkı Kaçırma(Enkopreziz), Yalan Söyleme, Masturbasyon
Tikler...


TIRNAK YEME ALIŞKANLIĞI VE TEDAVİSİ

 "Çocuğunuzun alışkanlıklarıyla baş etmek"

Çocuğunuz tırnaklarını yiyor, ya da parmağını emiyorsa, hemen endişeye kapılmayın; çünkü bu alışkanlıkların 5 ila 18 yaş grubunda görülme olasılığı yüzde 45'lere varıyor. Peki alışkanlıkları değiştirmek için ne yapılabilir?


Alışkanlıklar devamlı suretle tekrarlanan davranışlardır. Çocuklar genellikle devam ettikleri bu hareketlerin farkında değiller, bilinçsizce yapıyorlar. Ancak çocuklar bu durumun farkında olmasalar da aileler hemen farkına vararak telaşa kapılıyorlar. Aslında parmağını emen veya tırnağını yiyen tek çocuğa siz sahip değilsiniz. 5 ile 18 yaş arası çocukların yüzde 40 ve 21.7;ı tırnağını yerken; 2 yaşında ki çocukların yüzde 45 ve 82.17;i parmağını emiyor. Peki neden çocuklar devamlı parmağını ağzına götürüyor ya da tırnağını yiyor? Aslında bunun tam bir açıklaması yok. Uzmanlar da alışkanlıkların sebeplerinden emin değiller ancak bunların onları rahatlatan, öğrenilebilen davranışlar olduklarını söylüyorlar.

PARMAK EMME
Doğuştan gelen emme içgüdüsü yaklaşık 6. ay civarı kaybolmaya başlıyor. Ancak bazı bebekler bunu devam ettiriyorlar. Genellikle 4 yaşında bu alışkanlıklarından vazgeçseler de ancak bazıları okul dönemine kadar parmağını emmeyi sürdürüyor. Bebekler için parmak emmek normal kabul edilse bile özellikle 5 yaşından sonra bu alışkanlığını bırakmayan çocuklar için sakıncalı olabileceğini unutmamak gerek. Devamlı parmağını emmek dişlerin çıkışında ve ağız yapısında bozukluğa sebep oluyor. Öne doğru dişlerin yön alması veya yamuk çıkması çocuğun dudaklarını zor kapatmasına, ağzından nefes almasına, ve yiyecekleri zor çiğneyip yutması da sık görülen bozukluklar arasında yer alıyor. Diğer taraftan dilininse ileri ;geri hareketinde kısıtlamalara ve zayıf dil kaslarının olmasına sebep oluyor. Bu nedenle çocuk bazı sesleri zorlukla çıkarıyor: "j", "l", "r", "ç", "ş". Ancak korkmayın çünkü çocuğunuz parmak emmeyi bıraktıktan 6 ay sonra dişlerinin şekli, konuşması ve yutması düzeliyor. Ancak bazen, çocuğunuzun profesyonel bir yardıma da ihtiyaç duyabileceğini unutmayın.

Bu durumla nasıl başa çıkacağız?
Çoğu zaman davranışı görmezden gelmek en iyi yol olarak kabul ediliyor. Genellikle bu davranış 4 yaş civarında tamamen kayboluyor. Ancak yinede çocuğunuz için kaygılanıyorsanız işte davranışı durdurmak için izleyeceğiniz birkaç yol:
Sakın bir şekilde neden bu hareketini sevmediğinizi ve yapmasını istemediğinize çocuğunuza gösterin. "Parmağını emmen beni rahatsız ediyor ve bana hiç güzel görünmüyor. Bunu bırakmayı denemek ister misin?" şeklinde yaklaşmak yaralı olabilir. Sabırlı olmak işin püf noktası. Onu cezalandırmak, ona bağırmak, sert davranmak veya onunla alay etmek davranışın azalmasına değil artmasına sebep oluyor, aklınızdan çıkarmayın.
Çocuğunuza gözlemleyin ve ne zaman parmağını emdiğini not edin. Eğer çocuğunuz yorulduğunda, acıktığında veya sıkıldığında otomatik olarak elini ağzına götürüyorsa ona alternatif çözümler sunun. Örneğin, "sıkılmış olmalısın ne dersin sana kitap okuyayım mı?" diyerek ilgisini çekebilir ve ilginç bir kitap okuyabilirsiniz, veya onunla sevdiği bir oyunu oynayabilirsiniz.
Battaniyeye, yastığa ya da oyuncak ayıya sarılmak gibi alışkanlıklar parmak emme davranışını tetikleyebilir. Bu nedenle bir kural koyabilir ve bunların yatak odası dışına çıkmasını engelleyebilirsiniz. Böylece gün içinde parmak emmenin önünü kesebilirsiniz.
Alışkanlıktan vazgeçirmek için uygun zamanı seçin. Örneğin çocuğunuz hastaysa veya yeni bir bebek bekleniyorsa yeterli verimi alamayabilirsiniz.
Parmak emmeyi bırakması için ona bir veya birkaç neden gösterin. Özellikle kreşte veya anaokulunda parmak emmek, diğer çocukların ilgisini çekebilir ve alay konusu olabilir. Bütün arkadaşlarının yanında çocuğunuzun, bunu yapmaktan hoşlanmayacağına emin olabilirsiniz.
Yahut parmak emmesinin dişlerine zarar vereceğini ona anlatabilirsiniz. Özellikle bu konuşmanın bir doktor tarafından yapılası çocuğunuz için daha etkileyici olacaktır.
Bırakma sürecinde onunla birlikte olun. Çocuğunuz bırakmayı istedikten sonra ona yardım etmek için ortak karalara varın. Sizin onun arkasında olduğunuzu bilmesi ona cesaret verecektir.
Örneğin beraber haftalık bir pano hazırlayabilir ve parmağını emmediği günlere işaretler koyabilirsiniz. Görsel olarak ilerleme kaydettiğini görmek ona cesaret verecektir. Bir yandan da ona başarabileceğini, bunu bildiğinizi devamlı ifade ederek çocuğunuzu cesaretlendirebilirsiniz.
Normal çocuklarda herhangi bir psiko-patolojik etken olmaksızın 3-4 yaşlarına kadar görülen bire olgudur. Bebeklerin çoğu başparmaklarını ya da diğer parmaklarını emerler. Zararsız bir davranış olan parmak emmeye hemen bebeklerin tümünde rastlanmak mümkündür (Yavuzer, 1994, s.257).
Doğumu takiben ilk 3-4 ayda normal olarak bir çocuğun yeme ve içmesi için tek yol emmedir. Birinci yılın sonuna kadar emme esas yol olarak kalır. Çocukların bu faaliyetten belli bir şekilde ve derecede zevk aldıkları görülmektedir. Emme refleksinin sıklığı değişir. Birçok çocuğun beslenme sonrasındaki emmeden yeteri kadar doygunluk elde ettikleri görülür. Ağız hayatta haz kaynağı olarak kalır. Bu faaliyet erken çocuklukta emme, çocuklukta sekiz çiğnemek, tırnak ısırmak, gençlikte sigara içme, öpme ve hafif ısırma şeklini alır. Başparmağın, emme objesi olarak seçilmesi muhtemelen rastlantıdır. Başparmak genç çocuğun rasgele yaptığı el hareketleriyle ağız ile temasa gelmesiyle başlamaktadır. Bu sırada faaliyet zevke verici bulunuyor ve bundan sonra da zevk kaynağı olarak devam ediyor (Çağlar, 1981, s.55).
Nedenleri :
Yeni doğan bebekler, parmak emmeyi daha anne rahminde öğrenir bulunmaları ve doğuştan sahip oldukları en güçlü reflekslerden biri emmedir. Bazı bebekler yeni dişlerin çıkması, bazıları da zorlukla karşılaştıklarında utanma ve sıkılma belirtisi olarak parmaklarını emerler (Yavuzer, 1994, s.258).
İlk bir yaş içinde bebeklik dönem,inde çocuk doğal olarak parmak emebilir. Daha çok başparmağını hatta bazen ayak parmağını bile emebilir. Bu davranışın, çevreyi tanıma ve keşfetme ihtiyacından doğduğu kabul edilebilir. Parmak emmenin temelinde anne-çocuk ilişkisindeki yetersizlik ve çocukta güven duygusunun yeterince gelişmemiş olduğuna ilişkin görüşler vardır (Aydoğmuş, 1993, s.142).
Ayrıca parmak emmenin uykuyla sıkı bir ilgisi vardır. Bir çok çocuk parmaklarını uykulu oldukları ve uykuya daldıkları zaman emerler. 2 yaşındaki çocukların bir kısmı uykuya dalarken parmaklarını ağızlarına almak için direnirler. 3 yaşında bu alışkanlık uyku sırasında kendiliğinden kaybolabilir (Çağlar, 1981, s.57).
Parmak emmenin gıda almak kadar duyguların da doymasına hizmet eden bir keyfiyet olduğu hakkında delil olarak gösterilmektedir. Bilindiği gibi her bebek bir devre parmak emer ve bu gayet tabi olarak görülmelidir. Ancak 1 yaşını geçtiği halde, büyük miktarda parmak emmeye devam eden çocuklarla ilgilenmek icap eder (Enç, 1959, s.12).
Tedavisi :
Anne-babaya parmak emmenin zararsız bir faaliyet olduğu açıkça anlatılmalıdır. Küçük yaşlarda çocuklarda uygun beslenmelidirler. Çocuğun beslenme şekli de önemlidir. Bu alışkanlığından vazgeçirmek için şiddet kullanmak, hiçbir fayda getirmez. Vazgeçirilemiyorsa, belli bir süre başka bir yerlere götürmek faydalı olacaktır (Aytuna, 1976, s.236).
Sürekli parmak emme, alışkanlığında psikolojik sorun ve gerginliklerin bir sonucu olarak gelişebilir. Parmak emme alışkanlığı karşısında anne-babanın yapacağı en sağlıklı yaklaşım, olayı telaşa kapılmadan sabırla karşılamak ve ilgilenmekten kaçınarak çocuğa bu alışkanlığın, bebekçe bir davranış olduğunu, başkalarının gözüne hiç görünmeyeceğini, basit bir dille anlatmaktır (Yavuzer, 1994, s.257).
Çocuğa alıştığı parmak emmeden aldığı hazdan daha kuvvetli ve eğlendirici bilhassa ellerini kullanmaktan suretiyle yapılacak bazı meşgaleler vermek olabilir (Aytuna, 1976, s.236).


TIRNAK YEMEK
En yaygın alışkanlıklardan biri de tırnak yemek. Kız ve erkek çocuklarda beraber görülen bu alışkanlık ileriki yaşlarda erkeklerde daha çok rastlanıyor. Bu tip alışkanlıklar sıkıntılı çocuklar için bir eğlenme, gerilimlerini azaltma yoludur. Ancak tırnak yeme alışkanlığını kapmalarının bir diğer sebebi de siz olabilirsiniz. Siz tırnağınızı yiyor musunuz? Araştırmalar gösteriyor ki tırnak yeme alışkanlığı ailesel veya genetik faktörlere dayanıyor.

Tabii ki uzun süre çocuğunuzun tırnağını yemesi enfeksiyon kapmasına sebep oluyor. Her tarafı ellediği ellerini ağzına götürmesi mikropları kapmasına davetiye çıkarıyor elbette ki. Ayrıca çok uzun süre tırnakların yenmesi tırnak yapısının deforme olmasının da nedeni.

Bu durumla nasıl başa çıkacağız?
Parmak yemede olduğu gibi bu durumu görmezden gelerek çocuğu alışkanlığında vazgeçirebilirsiniz. Çünkü bu tip alışkanlıklara bir bakıma ailenin dikkatini çekmek için başlanabiliyor. Çünkü çocuğunuz bu tür bir hareketin sizin tepkinizi çekeceğini biliyor. Ancak tırnak yemesi hala devam ediyorsa ne yapacaksınız? Parmak emmede izlenecek yolların yanı sıra işte izleyeceğiniz birkaç yol daha:

Öncelikle çocuğunuzun tırnak yemesinin "neden"ini bulun. Tırnak yemek kaygı ve güven eksikliği sonucunda ortaya çıkabilecek sinirsel bir alışkanlıktır. Ne çocuğunuz bunu kendini rahatlatmak için yapıyor olabilir. Bunu çocuğunuzla paylaşarak onun kaygılarını, korkularını, sinirlendiği şeyleri öğrenebilirsiniz. Emin olun sizin desteğinizle daha rahat kontrol altına alacaktır bu alışkanlığını.
Ona farklı alternatifler sunun. Örneğin sakız çiğnemek veya çekirdek yemek gibi.
Önemli olan sizin ona sabırla yaklaşmanız ve vazgeçirme süreci zamana yaymanız.
Ruhsal gerilim, sıkıntı veya saldırganlık duygularının açığa vurulmadığı durumlarda, çocuğun kendi kendine yönelik saldırganlık dürtüsünün bir belirtisi kabul edilir. Huzursuz çocuklarda sıklıkla rastlanır (Aydoğmuş, 1993, s.143).
Tırnak yeme, daha çok sinirli çocuklarda ve dişlerin çıkmaya başladığı dönemlerde görülmektedir. 7-8 ve daha ileri yaşlarda da görülebilen tırnak yeme, özellikle çocukların ellerinde herhangi bir iş ya da oyunla uğraşmadığı zamanlara görülmektedir (Bakırcıoğlu, 1976, s.253).
Bu hal çocuklarda genelde uyku bozuklukları ve hareket huzursuzluğu ile beraber bulunur. Çocuk bu yoldan iç huzursuzluğunu başlatmaya çalışır. Aşırı bastırıcı bir ana-baba veya sert bir öğretmenin etkisinde kalan çocuklarda daha sık rastlanır. Saklı kalmış bir saldırganlığı yansıttığı kabul edilir. Daha çok, kendini suçlayan ve öfkesi içine dönük kişilik yapılarında görüldüğü söylenir (Yavuzer, 1984, s.224).
Nedenleri :
Tırnak yeme, bir güvensizlik belirtisi olarak kabul edilebilir. Aile içinde aşırı baskıcı ve otoriter bir öğretimin uygulanması, çocuğun sürekli olarak azarlanması, eleştirilmesi, kıskançlık, yetersiz ilgi ve sevgiyle sıkıntı ve gerginlik tırnak yemeye neden olan başlıca etkenler arasında sayılabilir.
Çocukların hemen yarısında görülen bu modelin çocuk tarafından taklit edilmesi de bir etken olabilir (Yavuzer, 1997, s.259).
Tırnak yeme büyük bir ihtimalle parmak emmede olduğu gibi, psikolojik çevredeki hoşnutsuzluklardan kaynaklanmaktadır. Evdeki mevcut gerilimleri azaltmaya yöneliktir (Çağlar, 1981, s.60).
Tedavisi :
En etkili tedavi yöntemi, 3-4 yaşlarına kadar, anne-baba tarafından görmezlikten gelinmesidir. Çocuğun bu alışkanlığı kazanmasına neden olan etkenler saptanarak, konuya çözüm getirilebilir. Ancak, çocuğun kendisini güvensiz hissetmesi ila bu davranış tekrarlayabilmektedir. Tırnak yemenin çirkinliği, çocuğun gururu kırılmadan uygun biçimde anlatılabilmelidir. (Yavuzer, 1994, s.259).
Tırnak yiyen çocuklara eski hafif pamuk eldivenler giydirmek suretiyle, yatağa yatırmak ve geceleyin tırnaklarını ısırmak veya yemek istediği zaman hatırlatıcı olması konusunda yararlı olmaktadır. Parmak veya tırnağa acı ama zararsız olmayan bir mayi de sürülebilir. Tırnağını ağzına götürdüğünde hatırlayıp acıyla birleşince, tekrarlama olasılığı azalır.
Çocuğun bu alışkanlıktan vazgeçmesi için zorlanmamalıdır. Zorlama, alışkanlığı tekrarlatabilir. Son olarak tırnak yemenin ısırmak suretiyle kötü bir alışkanlık olmadığı ve bunu ,isteyen kimselerin kolaylıkla terk edebilmeleri, çocuklara ve gençlere öğretilmelidir. Çocuk buna inandırıldığı zaman bundan daha çabuk vazgeçecektir (Çağlar, 1981, s.61).
En iyi tedbir:Çocuklara ellerini devamlı surette meşgul edecek işler vermektir (Aytuna, 1976, s.79).


KEKEMELİK VE TEDAVİSİ
Kekemelik tedavisi için geç kalınmamalı
Kekemelik türü şikayetlerin, çoğunlukla endişeli annelerin çocuklarında görüldüğü bildirildi. Sosyal yaşantıyı olumsuz yönde etkileyen kekemeliğin tedavisinde başarılı olmak için, geç kalmamak gerektiği ifade edildi.

Kekemeliğin, konuşma esnasında konuşmanın akıcılığını bozan duraklama, bazı ses ve sözcükleri tekrarlama yada bir heceyi uzatarak söyleme ile kendini gösteren bir bozukluk olarak tanımlandığını hatırlatan Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ramazan Abacı, kekemeliğin erken yaşta tedavi edilmesi gerektiğine işaret etti.

İngiltere'de yetişkin bir örnek grup üzerinde yapılan araştırmada, örnek grubun yüzde 4.8'inin çocuklarının da kekelediklerinin tespit edildiğini, Amerika'da öğrenciler üzerinde yapılan bir araştırmada ise üniversite öğrencilerinden 5 kişiden 4'ünün çocukken kekeledikleri ve zamanla iyileştiklerinin ortaya çıktığını açıklayan Prof. Dr. Ramazan Abacı, "Bu araştırmalar hafif kekemelerin yüzde 87'sinin, orta derecede kekemelerin yüzde 75'inin, ağır kekemelerin yüzde 50'sinin büyüdükçe iyileşebildiklerini göstermiştir.

Evrende kekemelik oranı yüzde 4 olup, en yüksek oran okul öncesi dönemde görülmekte ve yaş büyüdükçe oran yüzde 1'in altına düşmektedir. Ülkemizde yapılan bir araştırmada 164 kekemelik vakasından yüzde 58'inde başlangıç yaşı 3-4, yüzde 37'sinde 5-7, yüzde 95'inde 2-7 olarak bulunmuştur" dedi.

Çocuklarda 3-6 yaşlarında ortaya çıkan kekemeliğin erkek çocuklarda kızlara oranla daha sık görüldüğünü ve sosyal yaşantıyı olumsuz yönde etkileyen kekemeliğin tedavisinde başarılı olmak için, geç kalınmaması gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Abacı, "Kekemelik türü şikayetler, çoğunlukla endişeli annelerin çocuklarında görülür. Özellikle 2-4 yaşlarında çocuğun sorduğu soruları cevapsız bırakmak, çocuğun kullandığı bebeksi dili benimsemek, çocuğun konuşurken yaptığı hataları, 'öyle değil böyle' diyerek düzeltmek, çocuk ağır konuşurken sabırsızlanmak, çocuğun dil gelişimi açısından son derece sakıncalıdır.

Konuşmaya yeni başlayan çocuğu sürekli eleştirmek, onun hatalarını düzeltmek, çocukta kekemeliğe yol açabilir. Konuşmayı yeni öğrenen çocuk, kendini istediği kadar süratli ifade edemez, aklına birden fazla kelime gelir, hangisini seçeceğini bilemez, ya da kendini ifade edecek kelimeleri hatırlayamaz, heyecanlanır, tutulur, tekler, kekemelik belirtisi gösterir. Çocuğun düzgün konuşmadığını gören anne, müdahale eder, sabırsızlanır veya endişelenirse, geçici olması muhtemel olan kekemelik çocukta yer eder. Çocuğun geçirdiği bir duygusal şok; kardeşin doğması, anne-babanın boşanması, ailede dramatik bir olayın yaşanması, çocuğun evdeki şiddetli kavgaya tanık olması da kekemeliğe neden olabilir" diye konuştu.

Kekemelik erken yaşta tedavi edilmesi gerektiğine dikkat çeken Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ramazan Abacı, "Anne-babanın çocuğun konuşmasındaki düzensizliğin gelişme ile ilgili olduğunu bilmesi ve zaman içinde geçeceğine inanması gerekmektedir. Böylece çocuğun takılmalarına dikkat etmeyecek, onun konuşmasını destekleyecek, böylece konuşma bozukluğunun yerleşmesini önleyeceklerdir" şeklinde konuştu (Mynet haber)

Kekemelik, yaşına ve lehçesine uygun gelişimsel olarak çıkartması beklenen konuşma seslerini çıkartamaması, konuşmanın olağan akıcılığında ve zamanlama örüntüsünde bozukluk olması durumudur (D.S.M. IV, 1994, S.48-49).
Tanım olarak üç tür kekemelikten söz edilir (Güleç, 1998, s.1074):

1. Kronik kekemelik: Spazmodik olarak harf ya da hece yinelenir.
2. Tonik kekemelik: Sesin kesilmesidir.
3. Diğer kekemelikler: Palialik (söylenecek kelimeyle ilişkisi olmayan harf tekrarı) ve atonik kekemelik (ses çıkarmanın aniden kesilmesi)dir.
Hastalık genellikle 12 yaşından önce çoğunlukla 2-7 yaşları arasında başlar. 2-35 yaşalar arasında başlayan kekemelikler genellikle geçici olmaktadırlar. Çocuklarda düşünce hızının konuşma hızını geçtiği bu yaşlarda henüz yetersiz konuşmayla ile düşünce ifade edilememekte bu nedenle konuşma bozukluğu ortaya çıkmaktadır. Buna fizyolojik kekemelik denir. Bu durum her çocukta görülmemekte; ancak konuşma bozukluğuna yatkın olan çocuklarda rastlanmaktadır (Öztürk, 1969, s.388).
Kekemeliğin ruhsal durumlarla yakın ilgisi olduğu çeşitli gözlemlerlerle belirlenmiştir. Nitekim, kekemelikte gırtlak, ses telleri, ağız veya dil gibi konuşmayla ilgili organlarda hiç bir bozukluk saptanmamıştır (Yörükoğlu, 1988, s.237).
Bozukluğun şiddeti, kişinin içinde olduğu duruma göre değişir. Kekemelik stresin yoğun olduğu durumlarda artar. Konuşma çok yavaş veya çok hızlı olabilir. Genellikle, şarkı söylerken ve şiir okurken kekeleme olmaz. Ağır durumlarda tekrarlayan vücut hareketleri, konuşmaya eşlik eder. Örneğin, elini, dizini, masaya vurma gibi (Öztürk, 1994, s.440).
Kekelemeye kötü bir huy diye bakmak yanlıştır. Bir hastalık, hele hiç değildir. Kekeleme, bir belirtidir. Temelde yatan hastalık, bir korku nevrozudur, kekeme de bu nevrozun psikosomatik belirtisidir (Zulliger, 1991, s.133).
Nedenleri :
Çeşitli varsayımlar olmasına karşın, bozukluğun oluş nedeni bilinmemektedir. Psikojenik, organik, genetik ya da çevresel bir kaç etkenli bozukluk olduğu kabul edilmektedir (Güleç, 1998, s.1074).
Araştırmacılar, kemeliğin başlamasında aşağıdaki sebepleri sorumlu tutmaktadırlar (Yavuzer, 1984, s.221):
a. Çocuğun zekasının yeterli olmayışı ve daha zor ve yetersiz öğrenmesi,
b. Hareket artması, huzursuzluk ve kelimelerin mafsallanmasındaki zorluklar.
c. Çocuğun başarılı olması için çevresinden ve özellikle ana-babasından gördüğü zorlanma, buna karşı, çocukta sıkıntının geliştirilmesi
d. Sol elini kullanmak üzere yaratılmış olmasına rağmen, çocuğun ille de sağ elini kullanması için zorlanması.
e. Ana-babanın aşırı mükemmelliyetçi bir karakterde olması, hoşgörü eksikliği, gereğinden fazla bir disiplin uygulanması.
Kekeme çocukların ailelerinde, ana-*babalarının aşırı titiz ve kuralcı olduğu gözlenmiştir. Bu ana-babaların çocuklarından beklentileri çok yüksektir. Çocuğu sürekli denetim altında tutarlar. Konuşmasına aşırı önem verirler (Yörükoğlu, 1988, s.236).
f. Obsessif- saplantılı kişilik yapısı, uygunsuz bir fizik yapı, belirli kan grupları,
g. Belirli bir sosyal çevre,
h. Çocuğun cinsi, erkek çocukların kızlara göre daha fazla etkilendiği bilinmektedir.
Kekemeliğin başlamasında korku en büyük rolü oynamaktadır. Halk arasında da bu kanı yaygındır. Aile, kekeleyen çocuğa daha sorulmadan "hiç bir şeyden de korkmadı ki, niye oldu anlayamadım" diye dile getirmektedirler (Öztürk, 1969, s.388).
Okula başlama, bir çok durumda kekemeliğin başlamasıdır. Bazı çocuklar uzun süre yeğlerler, bazıları ise bozukluğa karşın, konuşmayı sürdürürler (Güleç, 1998, s.1075).
Aile ve ikiz çalışmalarında bu çocukların akrabaları arasında kekemelik oranının %12-19 gibi genel topluma göre, 23 kat daha fazlası oranlarda bildirilmesi, bozukluğun nedenlerini açıklamada kalıtım etkisi olacağını göstermiş tir (Güleç, 1998, s.1074).
Tedavisi:
Kekemeliğin tedavisinde ilk önce bireyle görüşülerek onun psikolojik durumu hakkında bilgi edinilir. Kekemeliğin altında yatan psikolojik faktörler ortaya çıkarılarak buna yönelik tedaviler uygulanır (Yörükoğlu, 1988, s.228).
Çocuğun düzgün konuşması için sürekli zorlanmaması, konuşurken, sabırla dinlenilmesi, konuşmasının kesilmemesi; zaten kolaylıkla oluşan yetersizlik duygusunu pekiştirici tutumlarda (alay etme, utandırma, zorlama gibi) kaçınılması gerekir (Öztürk, 1969, s.389).
Ailenin aşırı titiz, düzenli, denetimci ve kuralcı tutumu gevşetilmelidir. Psikoterapi 8-9 yaşlarından küçüklerde oyun, daha büyük çocuklarda konuşma yoluyla uygulanır. Kekemelik tedavisinde ama, yalnız kekemeliğin geçmesi değildir. Çünkü kekemelik, inatçı ve süregen bir belirtidir. Toplum içinde çocuğu güç durumda bırakır, çocuğun benlik saygısını zedeler. Tedavinin esas amacı, benlik saygısını korumaya yönelik olmalıdır. Genellikle bu çocukların önemli olumlu özellikleri vardır. Bunları bulup, çıkarıp, dikkatini ve ilgisini bu olumlu yönlerine çevirerek, kekemeliğine önem vermemesi, öğretilmelidir. Verilen önem azaldıkça kekemelik de giderek hafifler.
Konuşma tedavisi 6-7 yaşından büyük çocuklarda en etkin tedavi yöntemidir (Öztürk, 1969, s.389).
Ruhsal sağaltım çabalarının konuşma araştırmalarıyla bir arada yürütülmesinin pek çok vakada yerinde bir davranış sayılacağı kuşkusuzdur (Zulliger, 1991, s.133).
Kekeme çocukların kendilerine göre bir psikolojileri vardır. Bu çocuklar, özellikle kendi kekemeliklerinden, etkilenirler. Dikkatleri kendilerine dönük olur. Özellikle kendi seslerini ve konuşmalarını takip ederler, grup içinde oldukları zaman huzursuzluk ve sıkıntıları ve konuşmalarındaki tutukluk daha da artar. Oyunlara iştirak etmez ve yalnızlığı seçerler. Alıngan, inatçı ve karşı çıkıcı olur. Bu huyları ile ebeveynleri ile aralarındaki gerginlik ve sürtüşme giderek artar. Sabırlı ve düzenli bir tedavi, hoşgörü bu konuşma kusurunun önemli ölçüde düzelmesini sağlar (Yavuzer, 1984, s.222).
İyileşme tipik olarak 16 yaşından önce olur ve %60'ı kendiliğinden iyileşir (Güleç, 1998, s.1076).


ENÜRESİS (ALTINI ISLATMA) :
Enüresis, tekrarlayıcı nitelik taşıyan istem dışı idrar kaçırma olarak tanımlanabilir (Öztürk, 1994). Kısacası normal gelişmekte olan bir çocuğun 4-5 yaşlarından sonra altını ıslatmasına enüresis denir (Yavuzer, 1995, s.154). Genellikle çocuklar, mesane kontrolü gerçekleşinceye kadar yani ortalama olarak 2-3 yaşlarına kadar geceleri altını ıslatırlar. Gündüz kontrol, iki yaş dolaylarında, gece kontrol ise 3,5-4,5 yaşları arasında kazanılır (Yavuzer, 1997, s.247).
Enüresisi genellikle 4 kısımda görmek mümkündür. Bunlar:
1. Nocturnal (yalnız gece altını ıslatanlar): Bunlar genellikle ya yattıktan biraz sonra ya da sabahleyin kalma zamanlarında altını ıslatırlar. Bunlar bireysellik gösterirler.
2. Diurnal (yalnız gündüz altını ıslatanlar): Bunlar genellikle, ya müsaade almaktan utanacak kadar çekingen, ya da kasıtla altını ıslatmak isteyen çocuklarda görülür.
3. Cronic (kronik): Hem gece hem de gündüz altını ıslatanlar.
4. Ara sıra altını ıslatanlar: Bunlar genellikle hastalıklarda hastalık sonucu dikkat çekmek için yeni bir kardeş doğduğu zaman kıskançlık sonucu görülür (Çağlar, 1981, s.191).
Enürezisin birincil ve ikincil olmak üzere iki alt tipi vardır. birincil enüresiste idrar tutma hiç bir zaman sağlanmamıştır. İkinci enüreziste ise en az bir yıl süre ile idrarı tutma sağlanabilmişken, bu kontrol sonradan kaybedilmiştir.
5 yaşındaki erkeklerin %7, kızların ise %3'ünde enüresiz vardır (Güleç, 1998, s.1157). Bir kişiye enuresis teşhisinin konabilmesi için takvim yaşının en az 5 olması, en az 3 ay süreyle haftada iki kez ortaya çıkan idrar kaçırma durumunun olması ve bu durumun toplumsal bozulmaya sebep olması gerekir (DSM-4, 1994, s.64).
Nedenleri :
Altını ıslatma ya organsal ya da ruhsal bir nedene dayanır. Böbrek, bağırsak bozuklukları ve ağır uyku, organsal nedenlerdendir. Ruhsal nedenler ise oldukça karmaşık ve çeşitlidirler. Altını ıslatma, duyulan bir kaygının dolaylı anlatımı : anneye babaya karşı duyulan öfkenin, kinin bilinç dışı yolla dışa vuruşu cinsel karmaşaların çözümü amacıyla başvurulan bilinçsiz bir savunma mekanizması ve heyecansal olgunluk yetersizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır (Bakırcıoğlu, 1976, s.254).
Enüresisin doğası nedeniyle psikodinamik nedenlerle ilgili yorumlar da yapılmıştır. Bu varsayımlar, genellikle olgu sunularından ya da kuramsal bilgilerden çıkmaktadır. Kardeş doğumu ile başlayan ikincil enüresis, bir regresyon belirtisi olabilmekte, bazen enüresis, kardeşe duyulan saldırgan duyguların ifadesi, bazen de aşırı temiz, titiz, düzenli bir annenin baskılı tuvalet eğitimine karşı pasif agresif bir tepki niteliği taşıyabilmektedir. Ailede ölümler, ayrılıklar, geçimsizlik, hastalılar ya da okulda başarısızlıklar gibi yaşam olaylarının yaratacağı anksiyete enüresis ile ifade edilebilir. Ailenin aşırı koruyucu ve hoşgörülü tutumu ile çocukta bebeksi kalma eğilimi, enüresis belirtisi ile kendini gösterebilir (Güleç, 1998, s.458).
Enüresis, sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan aile içinde yeterli duygusal etkileşimden yoksun, nörotik ve uyumsuz çocuklarda daha çok rastlanır. Çeşitli ruhsal etkenler oluşunda başlıca neden olarak sayılabilir. Yaptığımız incelemeler, alt ıslatma sorunuyla çocuğun duygusal dünyası arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır (Yavuzer, 1997, s.248).
Yapılan araştırmalar, enüresiste ailesel bir yatkınlık olduğu görüşünde birleşmektedir. Enüretik çocukların %75'inin birinci dereceden akrabalarında devam eden ya da geçmişte enüresis bulunduğu bildirilmiştir (Güleç, 1998, s.1158).
Tedavi :
Enüresis bir çok nedenle, ve değişik psikodinamik etkenlerle ortaya çıkan bir belirti olduğu için, tedavisinde değişik yöntemler kullanılmaktadır. Hangi yönteme en iyi cevap alınabileceği önceden kestirilemez. Bu nedenle bir kaç yöntemin birlikte uygulanması daha yararlı görülmektedir (Öztürk, 1969, s.386).
Gece altını ve yatağını ıslatan çocuklara anne ve babaların alacakları ilk tedbir: bu çocukları bu alanda uzman bir hekime göstermektir (Aytuna, 1976, s.222).
Enüresisin organik, biyolojik bir nedeni olmadığı anlaşıldıktan, psikolojik olduğuna karar verildikten sonra, tedavi başlar.
Enüresisin tedavisinde uygulanan yöntemler:
1. Aileye danışmanlık veya aile tedavisi: Çocuğun işemesine karşın ailenin duygu, düşünce ve davranışları incelenmelidir. Örneğin, öfke, utanç, usanç, duyabilirler ve çocuğu cezalandırırlar, utandırır, kardeşleri, arkadaşlarıyla kıyaslayabilirler. Bazı aileler tam tersine enüresisi destekler bir tutum içinde girebilirler. Çocuğu bezler ve sabahleyin bezini değiştirirken, öper ve severler. Her iki tutumun da zararlı olduğu, cezanın da sevecenlikle ödüllendirilmenin de doğru olmayacağı açıklanmalıdır.
2. Davranış tedavisi: Dış yayınlarda idrar alarmı denilen bir yöntemden, yararlanıldığı ve iyi sonuçlar alındığı bildirilmektedir. Yatak ıslanır ıslanmaz, bir zil çalmakta ve çocuk uyanarak tuvalete gitmektedir. İdrar kesesinin tonusunu ve kapasitesini artırmak için, çocuğa çişi geldiği zaman, bir süre tutması öğretilir ve bir süre, giderek artırılır. Bunun yanısıra bir takvim tutması, her güne kuru ya da ıslak kalktığına göre bir işaret koyması istenmektedir. Yazma bilmeyenler, güneş, yağmur resmi ile, bilenler, yazı ile belirtebilirler. Bu işaret, kesinlikle çocuğun kendisi tarafından konulmalıdır. Haftalık kontrollerde güneşler, yani kuru günler çoksa kendisi ile onun istediği bir oyunu oynamakla ödüllendirilmektedir. Ödülün niteliği çocuğun kişiliğine, yaşına, sosyo-kültürel düzeyine uygun olmalıdır (Öztürk, 1969, s.386).
Uyku derinliklerini azaltan ve sidik torbasına büzücü etki yapan bu ilaçların 4-6 hafta arasında uygulanması, gece işemelerinin %70-80'inde etkili olmaktadır. İlaç bırakıldıktan sonra da kazanılan alışkanlık bozulmamaktadır (Yörükoğlu, 1983, s.250).
3. Psikoterapiden yararlanılmalıdır (Öztürk, 1969, s.386).
4. İlaçlar: Çocuğun altını ıslatmasını azaltan bazı ilaçlar vardır (Çoc. Büy. ve Gel., s.70). Uyku ve derinliklerini azaltan ve sidik torbasına büzücü etki yapan bu ilaçların 4-6 hafta arasında uygulanması, gece işemelerinin %70-80'inde etkili olmaktadır. İlaç, bırakıldıktan sonra, kazanılan alışkanlık, bozulmamaktadır (Yörükoğlu, 1983, s.250).
Altlarını, ıslatan küçük çocukların uykularının da dikkatle takip edilmesi ve iyice incelenmesi, tedbir almada faydalı olur. Bazı çocuklar, çok derin uyurlar. İhtiyaç anında uyanamadıkları için ,altlarını ıslatırlar. Bazı çocuklar ise fena ve korkunç rüyalar gördükleri için sakin sakin uyuyamazlar; uykuları esnasında gördükleri rüyalar, dolayısıyla altlarını ve yataklarını ıslatırlar.
Bu çocuklardan derin uykulu olanlara kaşı alınacak tedbirler; onları gündüz uykusuna alıştırmak olmalıdır. Bu taktirde, bu çocukların gece uykuları biraz daha sığ ve hafif olur; ihtiyaç anında daha kolay uyanabilirler.
Yataklarını ıslatan çocukların, geceler; iyice örtünmeleri, bellerini açıp, üşütmemeleri için iyice sarmaları ve gece kıyafetlerinin düzgün olması; ailenin devamlı suretle gözeteceği tedbirlerden biridir (Aytuna, 1976, s.223-224).
Kafein, idrarı artıran bir ilaçtır. Enüretik çocuğa her ihtimale karşı kola türü içecekler ile çay ve kahve vermemek yerinde olur (Çoc. Büy. ve Gel., s.72).
Sık sık tekrarlanan her davranış, kolaylıkla alışkanlık olabilir. Enüresis için de aynı şey geçerlidir. Bu nedenle de öğrenilmiş davranış kalıplarını yıkan teknikler yardımcı olabilir. Yatma zamanı ve uyum alışkanlıklarının herhangi birini, (yatağın pozisyonu, yatak kıyafetleri vb ) değiştirmek yararlı olabilir (Çoc. Büy. ve Gel, s.73-74).


YALAN SÖYLEME :
Bir hatayı gizlemek amacıyla gerçeğe uygun bir girişimde bulunmaktır. Bu girişim, sözle olabildiği gibi jest, yazı ve susmayla da olabilir. Sosyal bir davranış olan yalanın amacı başkalarını yanıltmaktır. Ana-babaların birçoğu, çocuğun gerçeğe sadık kalmasını çok erken bir dönemde isterler. Oysa 3 yaşı çocuğunu "inanılmayacak öyküler" uydurması ve taklit oyunlarından hoşlanması doğaldır. Çocuk, zeki ve hayal gücü geniş olduğu ölçüde bunda başarılı olur. Öykü uydurmak ve taklit oyunu yalan söylemek değildir ve bunu engelleyici h,iç bir değişimde bulunulmamalıdır.
Öykü uydurmadan ayrı olarak kanıtlı biçimde gerçeğe sadık kalmama, küçük bir çocukta doğaldır ve bu tür yalan çocuğun eğlenmeyi sevmesinin birine takılmaktan hoşlanmasının doğal övünme arzusunun, arkadaşlarından geri kalmama isteğinin ya da cezalandırma korkusunun bir sonucudur Ayrıca, ana-babanın üzerinde durdukları bir konu da ilgi çekme ya da ana-babayı taklit etme amaçlarıyla da çocuk bu tür bir yalana başvurmuş olabilir.
Yaşamın ilk 5yılında çocuğun yalan söylemesi konusunda endişe etmeye gerek yoktur. Gerçeğe sadık kalma çocukta giderek gelişen bir durumdur. Çocuğun gerçeğe sadık kalması konusunda ısrar etmek ve çocuğa yalan söylediğini kanıtlama girişiminde bulunmak yanlıştır. Çocukça açıkça anlaşılan bir yalan söylediği zaman, endişeyle karşılanmamalıdır. Ancak, çocuk 4 yaşına geldiği zaman, yalan salt övünmekten öte bir amaçla söylenmişse, düş gücü ürünü ya fa bir şaka değilse, o zaman annenin çocuğa, eğer doğruyu söylemezse, ona ne zaman inanabileceğini söylemesi yeterlidir. Sert cezalar suçlanmadan kaçmak için çocuğun yalan söylemesine yol açar (Illıngworth, R., Illıngworth, C., 1977).
1. Küçük çocukların sözde (pseudo) yalanları :
Çocuk psikologlarına göre, çocuk 7 yaş öncesinde yalan söylemez. Bazı uzmanlarsa, ilk yalanın 6 yaş dolaylarında görüldüğünü savunurlar.
Çocukların gerçek dış konuşmaları çok sık görülür. Burada hemen "yalan" damgasını vurmak doğru değildir. Çocukta gerçeklik duygusunun zamana içinde kazanıldığını unutmamak gerekir.
3-4 yaş çocuklarının sıklıkla söyledikleri yalanlar aslında gerçek anlamda yalan değildir. Sahte ya da görünürde başka bir deyişle, "sözde" (pseudo) yalanlardır.
Bu tür "sözde" yalan gerçek yalandan farklıdır; Gerçek yalanla yüzeysel benzerliği çoğunlukla karıştırılmasına neden olur. Eğitimsel yanlışlıklar, sosyal ve moral anlam verme, kınama, üzüntüyle karşılama, bu tür yalanları doğurur. Örneğin ; Masada bardağı deviren çocuk, bundan kardeşinin sorumlu olduğunu söyleyebilir.
Görünürde yalan bazen oyun niteliği taşır. Çocuk, çevresindeki kişiler ya da kendisiyle ilgili olaylara ince ayrıntılar katarak bunları süsler. Gerçeğe bir anlamda bağlı kalabildiği gibi, tümüyle başka bir olayı da yaratabilir. Bu tür uydurmalar 7 yaş öncesi çocuklarda sıklıkla görülür.
Uydurmalar zamanla gelişebilir ve bir öykü gibi tamamlanabilir. Bu hayal gücü ürünlerinin özelliği, ikinci bir kişinin yaratılmasıdır. Çocuk, çoğunlukla kendisiyle aynı yaş ve cinsiyette bir kardeş, kuzen, arkadaş yaratır. Çocuk, duygu ve deneyimlerinin bir bölümünü, sorumluluklarının bazılarını ona aktarır. Tek çocuk ya da kardeşlerin kendisinden çok büyük olanlar da bu daha sıktır.
Örneğin, 3 yaşında bir erkek çocuğun kendisinden 7 yaş büyük bir kardeşi vardır. Oyun arkadaşı olmayan bu çocuk, kendisiyle aynı yaşta sembolik bir arkadaş yaratır. Kendisi bir şey istediğini de bu hayal ürünü arkadaş da ister ve bu istek çocuk tarafından hemen ailesine bildirilir. Çocuk, bazen arkadaşının anne ve babasının ona armağan verdiklerini söyler. Aslında bu, kendi anne babasından istediği bir şeydir. Çocuk, ailesiyle yaptığı bir gezide korktuğu için ata binmez. Ancak ertesi gün arkadaşının kahramanlık öykülerini ayrıntılarıyla anlatır. 4 yaşına doğru çocuk artık arkadaşından pek söz etmemeye başlar. Anne ve babası kendisine arkadaşının ne yaptığını sorduğunda "o trafik kazasında öldü" yanıtını verir. "sözde" yalanlar, çocuk düşüncesinin kendiliğinden ve özgün ürünleridir.
Çocuk psikolojik gereksinmeleri nedeniyle gerçek dışı fikir, bilgi ya da hayallere sığınabilir. Çocuk, kurduğu hayalleri gerçek gibi kabul eder.
2. Alışkanlık Haline Gelen Yalan :
Çocuğun gerçekle gerçek olmayanı ayırt etmesinden sonra, yalanın hala süregelmesi halinde, yalanın temelinde çevreyle olan olumsuz ilişkiler yatıyor demektir.
Burada uydurma sözler anlatma, öyküler icad etme ya da kendi yararına bazı şeyleri reddetme gibi hayali yalandan daha önemli yalanlar söz konusudur. Bu tür yalan, birtakım bencilce sonuçları elde etme amacıyla, bilerek ya da isteyerek başkalarını aldatmaktır. Bu anlamdaki yalancılığın "kendini kontrol edememek ve aşırı bencillik" le yakından bir ilgisi vardır. alışkanlık halinde yalan söyleyen çocukların kişiliklerinde bu iki özellik vardır. Bu durum, çocukların eğitiminde onları sosyalleştirme işini gerektiği gibi başarılmadığının işaretidir. Bir başka deyişle, çocuk başkalarının hak ve çıkarlarını hiç olmasa kendisindeki kadar değer vermesini öğrenememiştir.
R. Allendy' e göre, yalana neden olan 4 etken: aşağılık duygusu, suçluluk duygusu saldırganlık ve kıskançlıktır.
Olması gereken eğitimsel koşullarda yetişmiş normal çocuk yalan söylemez. Eğitimci ve yetişkinlerin kendileri ve çevreleriyle barış içinde olan çocukların yalana en az başvuranlar olduklarını unutmamaları gerekir.
Bu tür aldatma olan derste kopya çekmekle bencillik arasında sıkı bir bağlantı vardır. Yine yalancılık, hırsızlık, okuldan kaçma gibi davranış bozukluklarıyla yakından ilgilidir. Bu tür çocuklar ceza tehlikesinden korunabilmek için çekinmeden yalana başvurur, olanı, olduğu gibi değil de, büyüklerin istedikleri gibi göstermekten çekinmezler.
Çocuk, ergenlik dönemine girdiğinde yalanın türü ve içeriği değişir. Genç, nezaket ve gönül alma gibi nedenlerle özel ve tümüyle bilinçli bir davranışla yalana başvurur, ki bu tür yalan "sosyal yalan" adını alır.
3.Patolojik Yalan :
Duygulanım bozukluğunun bir belirtisi olarak görülür. Aşağılık duygusu ve güç sistemi, bazı patolojik yalanların temel nedenini oluştururlar.
Patolojik yalanla çocuk sevinçli ve kaygısız görünür ki, bu kaygısızlık dikkat çekicidir. Çocuk, okulla ilgilenmez, aile içindeki olaylara kayıtsızdır, sosyal değişikliklerle yetinir, gerçek arkadaşlığı aramaz. Yaşından aşağı görünür, davranışları oldukça çocuksudur. Duygusal ve ahlaki bakımdan olgunluğa ulaşamamıştır. Çocukta yalanın alışılmamış sıklığı, sürekli hırsızlıkların ortaya çıkışı, alarma geçirilmesi gereken durumlardır.
Patolojik yalanın gerçeğe benzerliği önemli özelliklerindedir. Çocuk, inanılmak için yalan söyler ve bu amaçla önlemler alır. Yararsızlık da bir başka özelliktir. Bir kez uydurmak alışkanlık haline geldi mi, hiç bir yarar sağamazsa bile yinelenir. Bazen de çocuk ilginç olmak için yalan söyler.
Patolojik yalan üzücü, sıkıntı veren bir gerçeğin reddini belirtebilir. Hatta çatışma objesi hakkında olabilir, örneğin, kardeşi daha fazla ilgi gören bir çocuk, kardeşinin hasta olduğuna ya a öldüğünü anlatabilir.
Patolojik yalan, duygulanımda bir gerilemenin ifadesidir. Patolojik yalanla basit yalan arasındaki farklar şunlardır: Olağan yalancılıkta gerçek, bencilce bir sonuca ulaşmak için bilerek saptırılır. Marazi yalancılıktaysa, birey, hiç olmazsa görünürde çıkar peşinde değildir. Olmayacak şeyleri anlatmak, olanı abartmak, hayret verici şeyler söyleyerek, çevresindekilerin şaşkınlığını uyandırmak kendi içinde bir zevk vermektedir. Şiddetli aşağılık duygusu olanlar, söyledikleri sistemli yalanlarla bu duyguyu ödünleyip yatıştırmak isterler.
Nedenleri :
Bu alışkanlığın her şeyden önce, çocuğun aile çevresinde ve ailede aldığı eğitimle bir münasebeti vardır. Bilhassa aile çevresinde çocuğun aşırı bir baskı altında tutulması isteklerinin gizli kapalı yollardan ve büyüklere sezdirmeden doyurmak zorunda kalması, yalancılığı kolayca geliştirir. Çocuk, devamlı yakalanma, azarlanma ve cezalandırılma tehlikesi içinde olduğundan, yalan, onun tek korunma silahıdır (Enç, 1978, s.177).
Bazen de çocuk kendisine fazla karışılması nedeniyle, yalan söyler. Bu durumda, hata yetişkindedir. Eğitici, çocuğun dünyasına ait her şeyi öğrenmek ister. Bu davranış, çocuğa zayıflığıyla alay edilmiş izlenimini verir. Kendince karşılık vermek için yalandan yararlanır (Yavuzer, 1994, s.269).
Bunlardan başka büyükler hareketleriyle çocuğu yalan teşvik eder ve alıştırırlar. Bir çok ana-babalar, çocuklarının yapışkanlığından kurtulup, hareket serbestilerini elde etmek için yalan söylemekten çekinmezler. Sinemaya ya da ziyarete giderken; dişçiye, doktora gidiyoruz, derler. Bir kaç saat sonra da gerçeği ağzından kaçırıverirler. Böylece, çocuk hem ona karşı güvenini kaybeder, hem de işine yarayacağı zaman kendisinin de yalan söyleyebileceğini öğrenir. Baba ya da annesinin kötü bir teşvik edildiğini görürüz (Enç, 1978, s.177).
Bunun yanısıra, iyi gelişmemiş ahlak bilinci ve grup içinde statü kaybetme endişesi bazen çocuğu içinde bulunduğu bazı durumları utanç verici gibi gösterebilir. Örneğin, ailenin fakirliği, cinsel konular üzerinde bilgi eksikliği gibi. Çocuk bu dudumda ailesinin geçim sıkıntısı yokmuş gibi tanıtır. Cinsel konuların kendisi için bir sır olduğunu söyler ( Yavuzer, 1994, s.268).
Tedavisi :
Yalancılık vakalarının ancak, çevresel ilişkileri ele alındığı taktirde yoluna konulabilir. Tabii önce çocukta yalancılığın gelişmesini kolaylaştıran sebepler bulmak gerekir. Bunlar, ortaya konduktan sonra da aile ve çevresiyle işbirliği yapılıp, ona doğruluğun yararları öğretilmelidir. Bunlarla bir arada çocuğun sosyalleştirilmesine önem verilmelidir. Arkadaşlık, grup, kurul ve kurum gibi bağlılıkları millet ve memleket, nihayet insanlık sevgi ve bağlılıklarını öğrenen, bunlara karşı sadakati benlik düşüklüğünün üstünde tutmaya alıştırılan bir çocukta yalancılıkla birlikte bir çok kusurlar kaybolur (Enç, 1978, s.178).
Yetişkinler çocuğa iyi birer örnek olmalı ve davranışlarında, çocuklarında görmek istedikleri hatalara yer vermemelidirler (Yavuzer, 1994, s.269).
Babası hesabına yalan söyletilen bir çocuk, babasına aynı silahla mukabele edince şaşmak yersiz olur. Bir taraftan çocuklarına günlük hayatları için kötü örnekler veren ana-babanın, diğer taraftan işlerine gelmediği vakit, yalanın kötülüğü hakkında vaazlar vererek onları doğruluğa alıştırmaya kalkmaları, etkisiz kalır, Çocuk, belirli davranış şekillerini soyut, törel konferanslarda öğrenmez, kendine verilen örnekleri taklit yoluyla davranış şeklini tekrarlama yoluyla besler (Enç, 1978, s.177).


Çocuk ne zaman yalan söyler ?
-----------------------------------------------

       Yalan söylemeye ilişkin pek çok yazı yazılmış,bilim insanları bu konuda tezlerini ortaya koymuş, davranış bilimciler yalanı tartışmışlar, şairler yalan üzerine şiirler yazmış, bana küçük tatlı yalanlar söylediye şarkılar söylenmiş, yalandan dolayı arkadaşlıklar bozulmuş, evlilikler bitmiştir. Ruhumuzun bir savunma davranışı olan yalan söyleme, zaman zaman insanlar tarafından başvurulan durumu kurtarma yöntemi olurken, yalan söyleme davranışı her zaman anne-babaların korkulu rüyası olma gerçeğini sürdürmekte.

      Çocuklar neden yalan söyler? Çocuklarda hangi yaşta ifade edilen söylemleri yalan kabul ediyoruz da, hangilerine yalan etiketini yapıştırmıyoruz? Anne-babalar çocuklarının yalanlarını yakaladığında ne yapmalılar?

Yalan söylemek, insanın savunma mekanizmasıdır yani bir savunma davranışıdır. Kişi iç dünyasını tehdit eden ya da tehdit etme potansiyelinde olan dış etkenlere karşın, kendisini savunmaya geçer ve tepki gösterir. Yalan söyleme davranışı da, kişinin gösterdiği tepkilerin içerisinde yer alır. Yetişkinler savunma davranışlarına çok sık başvurmazlar, ancak kendilerini çok fazla bunaltan durumlar olduğunda savunma davranışları devreye girer. Savunma davranışlarına fazla başvurulduğu zaman, kişi iç dengelerini kaybedebilir, kendi gerçekliğini ve gerçeğini yadsıyıp, görmezden gelebilir ve sonunda davranış bozuklukları geliştirebilir.

Çocuklar için durum biraz daha farklılık gösterir. Çocuklar, biz yetişkinler gibi ara sıra değil de, daha sık savunma davranışlarına başvururlar. Çocuk iç dünyasını koruma anlamında bir yetişkin kadar donanımlı olmadığı için savunma davranışlarını daha sık ortaya koyar. Çocuğun yalana başvurması da tıpkı yetişkin insanın yalana başvurması kadar, kendini, öz benliğini ve iç dünyasını koruma amaçlıdır. Çocuk korktuğu, kardeşini kıskandığı, herhangi bir travma sonucu içinde bulunduğu stresle başa çıkamadığı ya da çevrenin dikkatini çekmek,

anne-babasının ve öğretmeninin onayını almak, takdir edilmek ve yeni bir yaşantıya uyum sağlamak için yalan söyler. Ancak çocuğun olayları ya da durumları manipule ederek yani değiştirerek ortaya koyduğu her anlatıma yalan demiyoruz. Çünkü çocuk belli bir yaşa kadar yalan söylediğinin farkında değildir. Bu davranışını çok da bilinçli yapmaz. Çocukların yedi-sekiz yaşa kadar söylemiş oldukları yalanları olayı değiştirme davranışı olarak değerlendirmek daha doğru bir tanımlama olmakta. Bu yüzden anne-babaların küçük çocuklarına ilişkin yalan söyleme kaygılarının bu yazıyı okuduktan sonra en aza ineceğini düşünüyoruz.

Çocukta olayı değiştirerek anlatma davranışını diğer bir deyişle yalan söyleme davranışına iten nedenlere de tek tek bakacak olursak aşağıdaki başlıkları görürüz:


KORKUDAN SÖYLENEN YALANLAR

Çocuklar korktukları zaman sık sık yalana başvururlar yani durumu ve olayı değiştirerek anlatırlar. Annesinin çok sevdiği vazosunu kıran dört yaşındaki bir çocuk, vazonun kırıldığından haberi olmadığını ya da vazoyu kedinin kırdığını söylerken, aslında yalan söylemiyordur. Çünkü burada ne bilinçli bir zarar verme, ne de bilinçli bir kandırma davranışı vardır. Burada sadece ve sadece korku duygusundan kaynaklanan, çocuğun kendisini koruma davranışı vardır. Uyku sırasında altına çişini yapan üç yaşındaki bir çocuğun, çişini yapmadığını söylemesi de yalan değildir. Sınıfta etkinlik sırasında kağıdını istemeden yırtan beş yaşındaki çocuğun öğretmenine kağıdı ben yırtmadım demesi de yalan değildir. Ancak on dört yaşındaki bir çocuğu öğretmenine hasta olduğunu bahane ederek ödevini yapmadığını söylemesi yalandır.

Küçük çocukların kendi dünyalarında kurguladıkları değişimleri yalan olarak kabul etmek hatalı olduğu kadar, çocuğa bu nedenle kızmak, yalan söylediğini yüzüne vurmak da, çocuğun kişilik gelişimi açısından büyük olumsuzluklar yaratır. Anne-babalar, çocuklarının bu tepkilerine karşın; “sanırım yanlış hatırlıyorsun bir kez daha düşünsen ya da gel bunu bir kez daha düşünelim,hatırlamıyor olabilirsin; şeklinde yaklaşabilirler. Ayrıca, korkuyu çocuk yetiştirmede ir araç olarak ailelerin çocuklarında yalan söyleme davranışına, diğer çocuklara oranla daha sık rastlıyoruz. O halde çocuklarımızı yetiştirirken korkuyu bir eğitim ve disiplin aracı olarak görmekten ve kullanmaktan en kısa zamanda vazgeçmeliyiz.


DİKKAT ÇEKMEK İÇİN SÖYLENEN YALANLAR

Çocuklar çevrelerindeki insanların ilgisini ve dikkatlerini kendi üzerinde toplamak için de yalana başvurabilirler. Çok büyük bir evde oturmadıkları halde, bizim iki tane köpeğimiz var diyen, kardeşi olmadığı halde;benim kardeşim doğdu; diyen, okula gitmediği halde ben okula gidiyorum; diyen ya da tatilde Antalya ya gittik,annem beni hayvanat bahçesine götürdü diye aslında gitmediği halde gitmiş gibi anlatan ve senaryolaştıran pek çok çocuk vardır. Bu çocukların yaşı üç ile altı yaş arasında değişir ancak çocuğun kişilik yapısını ve gelişim sürecindeki değişimleri de göz önünde bulundurarak, çocukta yalanı, yalan olarak kabul etme yaşını yedi sekize çekebiliyoruz. Çocuklarında ve öğrencilerinde bu davranışa rastlayan yetişkinler, ok şakacısın, şaka yapıyorsun gibi yaklaşımlarla çocuğun kendi gerçekliğinin dışına çıkmasını önleyebilir.


MUTSUZLUKTAN SÖYLENEN YALANLAR

Mutlu olmak, hem ruhumuz hem de organizmamız için en gerekli duygusal etkenlerin başında gelir. Mutlu olmak yaşamdaki amacımızdır. İnsan mutsuz bir ruh hali içindeyken, mutlu olmak için her yolu dener. Yetişkin insanların mutsuzlukla başa çıkma yöntemleri farklıyken, çocuklar mutsuzluklarını dışarıya mutlu yansıtmak gibi davranış sergilerler. Anne- babası sürekli kavga eden bir çocuk, öğretmenine ve arkadaşlarına anne- babasının hiç kavga etmediğini ve çok iyi geçindiklerini söyleyebilir. Çocuğun anne- babasından kaynaklanan mutsuzluğu, onu böyle bir savunma davranışına itebilir. Kreşte arkadaşlarıyla iletişim kuramayan, oyunlara alınmayan bir çocuk, anne- babasına sınıfta en çok sevilen çocuğun kendisi olduğunu anlatabilir. İlkokul birinci sınıftaki bir çocuk, sını8f başkanı seçilemediği içi çok üzülüp-mutsuz olup, eve geldiğinde sınıf başkanı seçildiğini ifade edebilir. Anne- babası boşanan bir çocuk, arkadaşlarına çok mutlu bir aile tablosu çizebilir. Yine yedi- sekiz yaş sınırını kabul edip, bu yaşa kadar söylenen yalanları, kabul etmiyoruz. Böyle durumlarla karşılaşan anne- babalar ve eğitimciler çocuğun yalanını ortaya koymadan, sanırı çok üzüldüğün için böyle konuşuyorsun, hadi gel biraz sohbet edelim şeklinde çocuğa yaklaşabilir.


KISKANÇLIKTAN SÖYLENEN YALANLAR

Kıskançlık doğuştan genlerimizde şifrelenen bir duygumuzdur yani içgüdüseldir. Yetişkinler kıskançlıklarını farklı boyutlarda yaşar ve yansıtırlarken, küçük çocuklar bu içgüdüleri ile başa çıkmayıp, yalan söylemek diye nitelendirilen tepkiler gösterebilirler. Yeni kardeş sahibi olmuş bir çocuk annesine kardeşim bana vurdu arkadaşının giysisini kıskanan bir çocuk ;benim bu etekten bir sürü var ;arkadaşının oyuncağını kıskanan bir çocuk ;bu oyuncaktan babam bana on tane aldı ama okula getirmiyorum diyebilir. Çocuklar bu boyutta kıskançlık yalanları söyleyebilirler ve arkadaşları yalan söylüyorsun dediklerinde ise, sinirlenip ağlarlar. Yetişkinler çocukların bu kıskançlık yalanlarını duymazdan gelerek çok fazla üstlerine düşmeyerek, bu sürecin geçmesine olanak tanıyabilirler. Aksi halde çocukla inatlaşmak doğru bir yaklaşım olmaz.


Travma Sonrası Stresle Başa Çıkmak İçin Söylenen Yalanlar

Bu grupta en çok anne- babanın birini ölümü sonrasında çocuğun bu travmanın oluşturduğu stresle başa çıkmak adına söylediği yalanları gözlemliyoruz. Anne ya da babasını kaybeden çocuklar, çoğu kez onları, hayattaymış gibi çevrelerine yansıtırlar. Bazen anneanne, babaanne, dede, büyükbaba, dayı gibi çocuğun duygusal anlamda çok bağlandığı yakınlarının ölümünde de, onlar hayattaymış gibi konuşabildiklerini görüyoruz. 17 Ağustos depreminden sonra evlerini kaybeden küçük çocukların, sanki evleri hatta çok güzel evleri varmış gibi anlatmaları da travma sonrası stresle başa çıkma davranışlarını ortaya koyuyor.

Travma sonrası stresle başa çıkmak için söylenen yalanlarda, çocuk yalan söylediği için değil de, travmanın neden olduğu stresle başa çıkamadığı için ve yaşanan travmanın çocuğun iç dünyasında yarattığı zedelenmeler için kesinlikle psikolojik yardım almalıdır.

Takdir Edilmek İçin Söylenen Yalan

Çocuklar da, biz yetişkinler gibi öz benliklerinin okşanmasından keyif alırlar. Bunu sonucunda da özgüvenleri artar. Biz yetişkinler özgüvenimizi geliştirmek için farklı yollara başvururuz ama çocuklar yalan söyleme davranışını seçebilir. Bu da küçük çocuklarda sık rastladığımız bir davranış şeklidir. Çocuk öğretmeni onu takdir etsin diye çok erken saatlerde uyuduğunu söyleyebilir. Anne- babası tarafından takdir edilmek için, sınıfta falanca yarışmasında birinci seçildiğini anlatabilir. Takdir edilmek adına söylenen yalanlar arasında çok cesur olmak, çok güçlü olmak, çok çalışkan olmak, en hızlı arabaya sahip olmak , en güçlü babaya sahip olmak, çok yemek yemek, en güzel anneye sahip olmak, zengin olmak, çok başarılı olmak gibi senaryolar gelmektedir. Çocukların bu söylemlerini de yalan kabul etmiyoruz. Çocuğun söylediği konunun çok fazla üstüne düşmemek, gerçek başarılarını hatırlatarak onu onaylamak yapılması gereken davranışlardandır. Örneğin bahçede çok yüksekten atladım Çocuk eliyle öyle bir yükseklik gösterir ki, atlayabilmesi mümkün değildir. hatırlıyor musun geçenlerde çok güzel resim yaptığın için, öğretmenin sana ödül vermişti. Şimdi aklıma geldi de ine seninle gurur duydum gibi bir yaklaşım çocuğu kendi gerçekliğine çekecektir.

Çocuk ne zaman yalan söyler ?

Yalan söylemeye ilişkin pek çok yazı yazılmış,bilim insanları bu konuda tezlerini ortaya koymuş, davranış bilimciler yalanı tartışmışlar, şairler yalan üzerine şiirler yazmış, bana küçük tatlı yalanlar söylediye şarkılar söylenmiş, yalandan dolayı arkadaşlıklar bozulmuş, evlilikler bitmiştir. Ruhumuzun bir savunma davranışı olan yalan söyleme, zaman zaman insanlar tarafından başvurulan durumu kurtarma yöntemi olurken, yalan söyleme davranışı her zaman anne-babaların korkulu rüyası olma gerçeğini sürdürmekte.

Çocuklar neden yalan söyler? Çocuklarda hangi yaşta ifade edilen söylemleri yalan kabul ediyoruz da, hangilerine yalan etiketini yapıştırmıyoruz? Anne-babalar çocuklarının yalanlarını yakaladığında ne yapmalılar?

Yalan söylemek, insanın savunma mekanizmasıdır yani bir savunma davranışıdır. Kişi iç dünyasını tehdit eden ya da tehdit etme potansiyelinde olan dış etkenlere karşın, kendisini savunmaya geçer ve tepki gösterir. Yalan söyleme davranışı da, kişinin gösterdiği tepkilerin içerisinde yer alır. Yetişkinler savunma davranışlarına çok sık başvurmazlar, ancak kendilerini çok fazla bunaltan durumlar olduğunda savunma davranışları devreye girer. Savunma davranışlarına fazla başvurulduğu zaman, kişi iç dengelerini kaybedebilir, kendi gerçekliğini ve gerçeğini yadsıyıp, görmezden gelebilir ve sonunda davranış bozuklukları geliştirebilir.

Çocuklar için durum biraz daha farklılık gösterir. Çocuklar, biz yetişkinler gibi ara sıra değil de, daha sık savunma davranışlarına başvururlar. Çocuk iç dünyasını koruma anlamında bir yetişkin kadar donanımlı olmadığı için savunma davranışlarını daha sık ortaya koyar. Çocuğun yalana başvurması da tıpkı yetişkin insanın yalana başvurması kadar, kendini, öz benliğini ve iç dünyasını koruma amaçlıdır. Çocuk korktuğu, kardeşini kıskandığı, herhangi bir travma sonucu içinde bulunduğu stresle başa çıkamadığı ya da çevrenin dikkatini çekmek,

anne-babasının ve öğretmeninin onayını almak, takdir edilmek ve yeni bir yaşantıya uyum sağlamak için yalan söyler. Ancak çocuğun olayları ya da durumları manipule ederek yani değiştirerek ortaya koyduğu her anlatıma yalan demiyoruz. Çünkü çocuk belli bir yaşa kadar yalan söylediğinin farkında değildir. Bu davranışını çok da bilinçli yapmaz. Çocukların yedi-sekiz yaşa kadar söylemiş oldukları yalanları olayı değiştirme davranışı olarak değerlendirmek daha doğru bir tanımlama olmakta. Bu yüzden anne-babaların küçük çocuklarına ilişkin yalan söyleme kaygılarının bu yazıyı okuduktan sonra en aza ineceğini düşünüyoruz.

Çocukta olayı değiştirerek anlatma davranışını diğer bir deyişle yalan söyleme davranışına iten nedenlere de tek tek bakacak olursak aşağıdaki başlıkları görürüz:

KORKUDAN SÖYLENEN YALANLAR

Çocuklar korktukları zaman sık sık yalana başvururlar yani durumu ve olayı değiştirerek anlatırlar. Annesinin çok sevdiği vazosunu kıran dört yaşındaki bir çocuk, vazonun kırıldığından haberi olmadığını ya da vazoyu kedinin kırdığını söylerken, aslında yalan söylemiyordur. Çünkü burada ne bilinçli bir zarar verme, ne de bilinçli bir kandırma davranışı vardır. Burada sadece ve sadece korku duygusundan kaynaklanan, çocuğun kendisini koruma davranışı vardır. Uyku sırasında altına çişini yapan üç yaşındaki bir çocuğun, çişini yapmadığını söylemesi de yalan değildir. Sınıfta etkinlik sırasında kağıdını istemeden yırtan beş yaşındaki çocuğun öğretmenine kağıdı ben yırtmadım demesi de yalan değildir. Ancak on dört yaşındaki bir çocuğu öğretmenine hasta olduğunu bahane ederek ödevini yapmadığını söylemesi yalandır.

Küçük çocukların kendi dünyalarında kurguladıkları değişimleri yalan olarak kabul etmek hatalı olduğu kadar, çocuğa bu nedenle kızmak, yalan söylediğini yüzüne vurmak da, çocuğun kişilik gelişimi açısından büyük olumsuzluklar yaratır. Anne-babalar, çocuklarının bu tepkilerine karşın; ;sanırım yanlış hatırlıyorsun bir kez daha düşünsen ya da gel bunu bir kez daha düşünelim,hatırlamıyor olabilirsin; şeklinde yaklaşabilirler. Ayrıca, korkuyu çocuk yetiştirmede ir araç olarak ailelerin çocuklarında yalan söyleme davranışına, diğer çocuklara oranla daha sık rastlıyoruz. O halde çocuklarımızı yetiştirirken korkuyu bir eğitim ve disiplin aracı olarak görmekten ve kullanmaktan en kısa zamanda vazgeçmeliyiz.

DİKKAT ÇEKMEK İÇİN SÖYLENEN YALANLAR

Çocuklar çevrelerindeki insanların ilgisini ve dikkatlerini kendi üzerinde toplamak için de yalana başvurabilirler. Çok büyük bir evde oturmadıkları halde, bizim iki tane köpeğimiz var diyen, kardeşi olmadığı halde;benim kardeşim doğdu; diyen, okula gitmediği halde ben okula gidiyorum; diyen ya da tatilde Antalya ya gittik,annem beni hayvanat bahçesine götürdü diye aslında gitmediği halde gitmiş gibi anlatan ve senaryolaştıran pek çok çocuk vardır. Bu çocukların yaşı üç ile altı yaş arasında değişir ancak çocuğun kişilik yapısını ve gelişim sürecindeki değişimleri de göz önünde bulundurarak, çocukta yalanı, yalan olarak kabul etme yaşını yedi sekize çekebiliyoruz. Çocuklarında ve öğrencilerinde bu davranışa rastlayan yetişkinler, ok şakacısın, şaka yapıyorsun gibi yaklaşımlarla çocuğun kendi gerçekliğinin dışına çıkmasını önleyebilir.

MUTSUZLUKTAN SÖYLENEN YALANLAR

Mutlu olmak, hem ruhumuz hem de organizmamız için en gerekli duygusal etkenlerin başında gelir. Mutlu olmak yaşamdaki amacımızdır. İnsan mutsuz bir ruh hali içindeyken, mutlu olmak için her yolu dener. Yetişkin insanların mutsuzlukla başa çıkma yöntemleri farklıyken, çocuklar mutsuzluklarını dışarıya mutlu yansıtmak gibi davranış sergilerler. Anne- babası sürekli kavga eden bir çocuk, öğretmenine ve arkadaşlarına anne- babasının hiç kavga etmediğini ve çok iyi geçindiklerini söyleyebilir. Çocuğun anne- babasından kaynaklanan mutsuzluğu, onu böyle bir savunma davranışına itebilir. Kreşte arkadaşlarıyla iletişim kuramayan, oyunlara alınmayan bir çocuk, anne- babasına sınıfta en çok sevilen çocuğun kendisi olduğunu anlatabilir. İlkokul birinci sınıftaki bir çocuk, sını8f başkanı seçilemediği içi çok üzülüp-mutsuz olup, eve geldiğinde sınıf başkanı seçildiğini ifade edebilir. Anne- babası boşanan bir çocuk, arkadaşlarına çok mutlu bir aile tablosu çizebilir. Yine yedi- sekiz yaş sınırını kabul edip, bu yaşa kadar söylenen yalanları, kabul etmiyoruz. Böyle durumlarla karşılaşan anne- babalar ve eğitimciler çocuğun yalanını ortaya koymadan, sanırı çok üzüldüğün için böyle konuşuyorsun, hadi gel biraz sohbet edelim şeklinde çocuğa yaklaşabilir.


KISKANÇLIKTAN SÖYLENEN YALANLAR

Kıskançlık doğuştan genlerimizde şifrelenen bir duygumuzdur yani içgüdüseldir. Yetişkinler kıskançlıklarını farklı boyutlarda yaşar ve yansıtırlarken, küçük çocuklar bu içgüdüleri ile başa çıkmayıp, yalan söylemek diye nitelendirilen tepkiler gösterebilirler. Yeni kardeş sahibi olmuş bir çocuk annesine kardeşim bana vurdu arkadaşının giysisini kıskanan bir çocuk ;benim bu etekten bir sürü var ;arkadaşının oyuncağını kıskanan bir çocuk ;bu oyuncaktan babam bana on tane aldı ama okula getirmiyorum diyebilir. Çocuklar bu boyutta kıskançlık yalanları söyleyebilirler ve arkadaşları yalan söylüyorsun dediklerinde ise, sinirlenip ağlarlar. Yetişkinler çocukların bu kıskançlık yalanlarını duymazdan gelerek çok fazla üstlerine düşmeyerek, bu sürecin geçmesine olanak tanıyabilirler. Aksi halde çocukla inatlaşmak doğru bir yaklaşım olmaz.



Travma Sonrası Stresle Başa Çıkmak İçin Söylenen Yalanlar

Bu grupta en çok anne- babanın birini ölümü sonrasında çocuğun bu travmanın oluşturduğu stresle başa çıkmak adına söylediği yalanları gözlemliyoruz. Anne ya da babasını kaybeden çocuklar, çoğu kez onları, hayattaymış gibi çevrelerine yansıtırlar. Bazen anneanne, babaanne, dede, büyükbaba, dayı gibi çocuğun duygusal anlamda çok bağlandığı yakınlarının ölümünde de, onlar hayattaymış gibi konuşabildiklerini görüyoruz. 17 Ağustos depreminden sonra evlerini kaybeden küçük çocukların, sanki evleri hatta çok güzel evleri varmış gibi anlatmaları da travma sonrası stresle başa çıkma davranışlarını ortaya koyuyor.

Travma sonrası stresle başa çıkmak için söylenen yalanlarda, çocuk yalan söylediği için değil de, travmanın neden olduğu stresle başa çıkamadığı için ve yaşanan travmanın çocuğun iç dünyasında yarattığı zedelenmeler için kesinlikle psikolojik yardım almalıdır.

Takdir Edilmek İçin Söylenen Yalan

Çocuklar da, biz yetişkinler gibi öz benliklerinin okşanmasından keyif alırlar. Bunu sonucunda da özgüvenleri artar. Biz yetişkinler özgüvenimizi geliştirmek için farklı yollara başvururuz ama çocuklar yalan söyleme davranışını seçebilir. Bu da küçük çocuklarda sık rastladığımız bir davranış şeklidir. Çocuk öğretmeni onu takdir etsin diye çok erken saatlerde uyuduğunu söyleyebilir. Anne- babası tarafından takdir edilmek için, sınıfta falanca yarışmasında birinci seçildiğini anlatabilir. Takdir edilmek adına söylenen yalanlar arasında çok cesur olmak, çok güçlü olmak, çok çalışkan olmak, en hızlı arabaya sahip olmak , en güçlü babaya sahip olmak, çok yemek yemek, en güzel anneye sahip olmak, zengin olmak, çok başarılı olmak gibi senaryolar gelmektedir. Çocukların bu söylemlerini de yalan kabul etmiyoruz. Çocuğun söylediği konunun çok fazla üstüne düşmemek, gerçek başarılarını hatırlatarak onu onaylamak yapılması gereken davranışlardandır. Örneğin bahçede çok yüksekten atladım Çocuk eliyle öyle bir yükseklik gösterir ki, atlayabilmesi mümkün değildir. hatırlıyor musun geçenlerde çok güzel resim yaptığın için, öğretmenin sana ödül vermişti. Şimdi aklıma geldi de ine seninle gurur duydum gibi bir yaklaşım çocuğu kendi gerçekliğine çekecektir.

ÇOCUKLARDA GECE İŞEMESİ

İstemdışı olan idrar çıkışına enurezis denmektedir. Bu durum daha çok gece uyku esnasında oluştuğundan enurezis nocturna adını almaktadır. Ancak bu durumdaki çocuklarda teşhisin konulabilmesi için gereken
yaş alt sınırı 5 tir.

Yapılan araştırmalara göre 5 yaşındaki erkek çocuklarda gece işemelerinin sıklığı % 7; kızlarda aynı yaşta % 3 olarak saptanmıştır. Bu oranlar 10 yaşında erkeklerde % 3'e; kızlarda % 2'ye düşmektedir. 18 yaşına gelen erkeklerde % 1, kızlarda ise biraz daha düşük bir yüzdede sürebilmektedir. Bu çocuklarda yaşıtlarına göre gelişimsel gecikmeler de saptanmıştır. 5 yaş sonrasında tedavisiz kendiliğinden iyileşme oranı % 5-10 arasında bulunmuştur.

Rahatsızlığın teşhisi için en az 3 ay süre ile haftada en az 2 kez idrar kaçırmanın olması ya da toplumsal, mesleki işlevsellikte, okul başarısında düşmeye ve sorunlara yol açması , kişinin 5 yaşından büyük olması gerekmektedir. Ayrıca idrar kaçırma durumu başka bir ilacın yan etkisine bağlı olmamalı, kişide idrar kaçırmaya sebep olabilecek bir hastalık olmadığı tespit edilmelidir ( şeker hastalığı , ürolojik ya da nörolojik hastalıklar gibi).

Gece işeme riskini arttıran durumlar:

-Yoğun psikososyal sorunlar içinde olan ve olumsuz çevresel koşullarda yaşayan çocuklar

-Baba ya da annenin boşanma ya da ölüm sonucu kaybı da önemli etkenlerdendir. Özellikle daha öncesinde idrar kontrolünün sağlandığı çocuklarda sonradan 5-8 yaşları arasında idrar kaçırma bu nedenle tekrar başlayabilmektedir.

-Davranışsal bozukluklar gösteren çocuklarda mesane kapasitesinin daha sınırlı olduğu ve bu durumun daha sık gözlendiği saptanmıştır.

-Yapılan çalışmalara göre ailede anne, baba ve diğer akrabaların geçmiş yaşantılarında bu sorun var ise, çocuklarda da enürezis riski 5-7 kat artmaktadır.

Çocukta gece işemeleri varlığında yapılması gereken incelemeler:

Öncelikle idrar yollarında mikrobik bir durum varlığı, basit bir idrar tahlili ile araştırılabilir. Bu duruma idrar yollarının özelliği nedeniyle daha çok kız çocuklarında rastlanmaktadır. Daha nadiren rastlansa da idrar yollarındaki yapısal kusurlar varlığı radyolojik incelemeler ile belirlenebilir. Nörolojik muayene ve şeker hastalığı varlığı açısından kan şeker düzeyi araştırılmalıdır.

Tedavi:

İlaç tedavisi yanında uygulanabilen psikoterapi, özellikle davranışsal sorunlar yaşayanlarda etkili olmaktadır. Bu özellikle sonradan başlayan idrar kaçırmalarında gereklidir. Diğer bir yöntem ise, ıslanmaya duyarlı nesnelerle döşenmiş olan özel donanımlı bir yatağın , ıslanma ile ikaz edici bir ses çıkarmasına ve kişinin bu durumu zaman içinde öğrenebilmesine dayanan bir sistemdir.

Encopresis ( dışkı tutamama):

Bu durum idrar kaçırmaya göre biraz daha sorunlu bir durumdur. En az 3 ay süre ile görülen ve en az ayda bir kez var olan dışkı kaçırma durumudur. Bu teşhisin konulabilmesi için çocuk 4 yaşından büyük olmalı, başka bir ilacın yan etkisine ya da başka bir hastalığa bağlı olmamalıdır.

Hastalık iki şekilde kendini gösterebilir. İlkinde kabızlık ve sonrasında buna eşlik eden aşırı miktarda dışkının boşalmasına bağlı tip ve diğeri bu durumun olmadığı tiptir. Kabızlıkla birlikte olan tip gündüz ya da gece olabilmektedir. Normalde tuvalet yapma esnasında çok az miktarda dışkı çıkışı gözlenir. Dışarıya çıkan dışkı şekilsizdir ve kabızlığın tedavisi ile büyük ölçüde düzelir. Diğer tipte dışkı şekillenmiştir. Dışkı barsakta belli bir yerde depolanır.

Bu durum barsak kontrolünün sağlandığı dönemde istemli olarak, uygunsuz yerlerde psikolojik nedenlerle dışkı depolanması ile kendini göstermektedir. İstemsiz olan şekilde barsağın son bölümündeki anüs çıkışını denetleyen kas dokusu halkasının yeterince kontrol edilememesi ile ilişkili bulunmuştur. Ayrıca kaygı ya da aşırı birikime bağlı olarak istemsiz dışkılama da görülebilmektedir.

Yapılan araştırmalara göre erkeklerde daha çok olmak üzere, 5 yaşındaki çocuklarda % 1 oranında görülebilmektedir.

Psikiyatrik kökeni açısından rahatsızlığın oluş sebepleri arasında nevrotik yapıdaki anne ve uzak duran kendini göstermeyen babanın varlığı ; tuvalet terbiyesinin aşırı zorlayıp, cezalandırıcı bir şekilde çok erken yaşta gerçekleşmesi;nörolojik gecikme varlığı ile ilişkili bulunmuştur.

Bu teşhisin öncesinde barsaklara ait olabilecek diğer sorunların (Hirschsprung hastalığı gibi) varlığı araştırılmalıdır.

Tedavi:

İlaç tedavisi ve yaşanılan ya da hissedilen sorunlara yönelik psikoterapi yüz güldürücü sonuçlar vermektedir.

  TUVALET EĞİTİMİ
Çocuğunuz tuvalet eğitimine hazır mı?

Tuvalet alışkanlığı kazandırmak, bebek eğitiminde önemli bir etap. Ancak bu dönemde çok sabırlı olmak ve bebeğe hiç kızmamak gerekiyor; çünkü siz ne kadar acele ederseniz,çocuğunuzun tuvalet eğitimi süresi de o derece uzayabiliyor.

Pek çok anne tuvalet eğitimini bebeğine bir an önce kazandırmak istiyor. Ancak her şeyin bir zamanı var. International Polikliniği Etiler Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Filiz Odabaşı Seeborg "Anne-babanın bilmesi gereken en önemli nokta, tuvalet eğitimi sırasında çok sabırlı olmak ve çocuğa hiç kızmamaktır." diyerek ebeveynlere bazı önerilerde bulunuyor.

Tuvalet eğitimine ne zaman başlanmalıdır?
Dr. Filiz Odabaşı Seeborg: Mesane ve dışkı kontrolü öğrenilmesi gereken sosyal bir olaydır. Çocuğunuza tuvaleti kullanmayı öğretmek zaman ister, anlayış ve sabır gerektirir. En önemlisi, bu alışkanlığı edinmesi istenen çocuğa hiçbir zaman zorlama yapılmamasıdır. Tuvalet eğitiminin başlaması gereken belli bir yaş yoktur. Bunun için doğru zaman, çocuğun fiziksel ve psikososyal gelişimine bağlıdır. 12 aydan küçük çocukların mesane ve barsak kontrolü hiç yoktur. Bundan sonraki 6 ay içinde bir miktar kontrol etme yetisi kazanırlar.
18-24 aylar arasındaki çocuklar genellikle tuvalet eğitimine hazır olduklarını belli ederler ama bazı çocuklar 30 ay veya daha ileri aylarda tuvalet eğitimine hazır olmayabilirler. Çocuğunuz tuvalet eğitimine ayrıca duygusal olarak da hazır olmalıdır. Çocuk tuvaleti kullanmayı kendisi istemeli ve bunu yaparken de herhangi bir çekinme, korku belirtisi göstermiyor olması gerekmektedir. Eğer çocuğunuz kuvvetli bir şekilde direniyorsa, tuvalet eğitimi için bir süre daha beklemek uygun olur.

Hangi durumlarda beklemek daha uygun olur?
Dr. Filiz Odabaşı Seeborg: Kimi zaman şu durumlarda tuvalet eğitiminin başlaması ertelenebilir:
Yeni bir eve taşınmak veya kısa bir süre içinde taşınacak olmak
Yeni bir gebelik veya yakın zamanda aileye yeni bir bebeğin katılması
Aile bireylerinden birinde ciddi bir hastalık veya ölüm

Anne ve babaları dikkat etmesi gereken noktalar nelerdir?
Dr. Filiz Odabaşı Seeborg: Anne-babanın bilmesi gereken en önemli nokta, tuvalet eğitimi sırasında çok sabırlı olmak ve çocuğa hiç kızmamaktır. Bu eğitimin bir savaş haline dönmemesi anne-babanın elindedir. Tuvalet eğitiminin başladığı yaş çocuğunuzun kendisini bir birey olarak görmeğe başladığı bir dönemdir. Bu yaştaki çocuklar limitlerini zorlamak isterler. Bazı çocuklar protesto etmek amacıyla özellikle dışkılarını ne beze ne de tuvalete yapmayarak tutabilirler.

Çocuğun hangi davranışları TUVALET EĞİTİMİNE  hazır olduğunu gösterir?
Dr. Filiz Odabaşı Seeborg:

Uykudan uyandığında bezi ıslak değilse veya gün içinde en az 2 saat bezi kuru kalıyorsa
Dışkılama zamanı çok düzenli ise veya hemen önceden anlaşılabiliyorsa (bazı mimikler, vücut hareketleri veya sözle)
Basit komutları yerine getirebiliyorsa
Banyoya kendi başına gidebiliyor ve üstündekileri çıkartıyorsa
Bezi kirlendiğinde rahatsız oluyor ve bezini değiştirmenizi istiyorsa
Tuvalet veya lazımlığını kullanmak istiyorsa
Yetişkinlerin kullandığı iç çamaşırlarını giymek istiyorsa
Her çocuğun dışkı düzeni farklıdır. Bazı çocuklar 2-3 günde bir bu ihtiyaçlarını giderirken bazıları günde 2-3 defa dışkılar. Düzenli ve doğru beslenme çocuğunuzun dışkı kıvamını da yumuşak hale getireceğinden tuvalet alışkanlığının edinilmesini kolaylaştırır. Çocuğunuz henüz hazır değilken tuvalete gitmesi için çok zorlanması ve baskı yapılması, öncelikle dışkılamanın öğrenilmesinde uzun sürebilecek problemlere yol açabilir. Kabızlık bir problem ise çocuk doktorunuza danışmadan fitil, lavman veya dışkı yumuşatıcı ilaçları kullanmayın. Pek çok çocuk 3-4 yaşlara geldiğinde gündüz idrar ve dışkısını kontrol edebilir. Çocuğunuz gündüz kuru kalmayı başarsa bile, bazen aynı başarıyı gece de göstermesi aylar, hatta yılları alabilir. Çoğu kız çocuk ve erkek çocukların yüzde 75'i 5 yaşından sonra geceleri tuvaletlerini kaçırmaz.

Çocuğa tuvaleti kullanmayı öğretmenin kolay yolları var mıdır?
Dr. Filiz Odabaşı Seeborg: "İdrar" ve "dışkı" gibi terimleri çocuğunuza açıklamaya çalışırken kullanacağınız sözleri dikkatle seçin. Zira çocuğunuz sizden öğreneceği bu terimleri arkadaşları, komşularınız ve çocuğunuzun bakımında size yardımcı olan diğer kişilerin yanında da kullanacaktır. Vücut artıklarını çocuğunuza tanımlarken "kaka", "pis", "kötü kokulu" gibi sözcükleri kullanmaktan kaçının. Bu sözcükler çocuğunuzun utanmasına ve kendisini kötü hissetmesine yol açabilir. Dışkılama ve idrar yapmayı basit, doğal bir olaymış gibi gösterin çocuğunuza. Çocuğunuz bu yaşlarda meraklı olacağından bazen dışkısı ile oynayabilir. Bu durumda hiç kızmadan ona yumuşak bir şekilde "bunun oynanacak bir şey olmadığını" söylemeniz yeterlidir.

Çocuğunuz hazır olduğunda ona ufak bir lazımlık alın. Zira çocuk bunun üstüne kolaylıkla oturabilir ve oturduğunda ayakları ile yere basabilir. Bu, kendisini güvende hissetmesine de yardımcı olacaktır. Çocuklar ailedeki diğer bireylerin tuvaleti kullanmalarını da gözlemlemek isteyebilirler. Bazen anne-baba tuvaleti kullandıklarında çocukların da içeri girmesi onlara bu davranışın öğrenilmesinde yardımcı olabilir. Büyüklerin tuvaleti kullanmasını görmesi çocuğunuzun da aynı şeyi yapmayı istemesine yol açacaktır. Tabii en uygunu bu deneyimi kız çocukların anneleri ile, erkek çocukların da babaları ile yaşamalarıdır.

Çocuğa tuvalet ihtiyacının geldiğinin hissettirilmesi
mümkün müdür?
Dr. Filiz Odabaşı Seeborg: Çocuğunuza idrar veya dışkısını yapmak üzere olduğunda size haber vermesini söyleyin. Çocuğunuz genellikle tuvalet ihtiyacını bezinde giderdikten sonra size haber verecektir. Bu, çocuğunuzun kendi vücut fonksiyonlarının farkında olmaya başladığının bir göstergesidir. Çocuğunuzu bunu size söylediği için ödüllendirin ve ona bir daha sefere tuvaletini yapmadan önce size haber vermesini söyleyin.

Dışkılamaya başlamadan hemen önce çocuğunuz çeşitli sesler çıkarabilir, ıkınmaya başlayabilir, yere çömelebilir veya o sırada oynuyorsa bir süre oyuna ara verebilir. Çocuğunuza bu gibi belirtilerin dışkılama zamanı olduğunu ve şimdi tuvalete gitme zamanı olduğunu söyleyin. Genellikle çocuklarda dışkılama hissi idrar yapma hissinden önce öğrenilir. Bazı çocuklar dışkılarını tuvalete yapmayı öğrendikten aylarca sonra idrar yapma kontrolünü kazanırlar. Bazı çocuklar ise önce idrar yapmayı öğrenirler. Hatırlanması gereken tek şey, her çocuğun birbirinden farklı olduğudur.

Çocuğu düzenli olarak tuvalete götürmek alışkanlık kazanmasında etkili olur mu?
Dr. Filiz Odabaşı Seeborg: Çocuğunuzun idrar veya dışkısını yapmak üzere olduğunu gördüğünüzde onu lazımlığına götürün. Her seferinde sadece birkaç dakika süreyle çocuğunuzu lazımlığa oturtun. Çocuğunuz lazımlıkta otururken ona ne yapmasını istediğinizi anlatın. Neşeli ve doğal olun. Eğer karşı koyarsa ısrar etmeyin. Çocuğunuzun direnmesi onun tuvalet eğitimine henüz hazır olmadığını gösterir.

Çocuğunuzu günün belli saatlerinde (sabah uyandığında, yemeklerden sonra, uykudan önce) düzenli olarak tuvalete götürmeniz onun bu alışkanlığı daha kolay edinmesine yardımcı olacaktır.

Tuvalet eğitiminin başarısı çocuğunuzun bu alışkanlığı öğrenme hızına bağlıdır. Çocuğunuzun gösterdiği çabayı ve ilerlemeyi ödüllendirmelisiniz. Bu nedenle çabuk sonuç almaya çalışmamalısınız. Çocuk tuvalet ihtiyacını tuvalette giderdiği her zaman onu övücü sözler söyleyip sarılın. Bunun tersi durumlarda kızmamaya özen gösterin. Cezalandırma çocuğunuzun kendisini suçlu hissetmesine yol açacak ve tuvalet eğitimi sürecini uzatacaktır. Bu arada çocuğunuza basit temizlik kurallarını da öğretmelisiniz. Tuvaletten sonra çocuğunuza nasıl temizlenmesi gerektiğini göstermeniz doğru olacaktır. Her tuvaletten sonra çocuğunuza ellerini yıkatmalısınız.

Bazı çocuklar dışkı ve idrarlarını vücutlarının bir parçası olarak gördüğünden, bu artıkların sifon çekildikten sonra kayboluşunu gözlemekten korkabilir ve bunu anlamakta zorluk çekebilirler. İlginç olarak, bazı çocuklar tuvalette otururken sifon çekildiğinde kendilerinin de suyla beraber içeri çekileceklerinden korkarlar. Çocuğunuza "dışkı" ve "idrar" gibi vücut artıklarının ne olduğunu açıklamaya çalışmalısınız. Çocuğunuza kontrolün kendisinde olduğu hissini vermek için sifonu onun çekmesine izin verebilirsiniz. Bu, onun korkularını yenmesine yardımcı olacaktır.

Çocuğunuz düzenli olarak tuvaleti kullanmaya başladığında mümkünse tuvaleti kullanmayı yeni öğrenen çocuklar için özel olarak yapılmış külotlardan kullanmaya çalışın. Bu sayede çocuğunuz bezden kurtulduğu için kendisi ile gurur duyacak ve kendisine güvenildiğini anlayacaktır. Bununla beraber her an "istenmeyen kaza"lara karşı hazırlıklı olmalısınız. Zira tuvalet alışkanlığının tam olarak kazanılması haftalar, hatta aylar alabilir.

Başlangıçta çocuğunuz tuvaletten kalktıktan hemen sonra idrar veya dışkısını yapabilir. Zira çocuğunuzun mesane ve barsak kontrolünü sağlayan kaslarını gevşetmeyi öğrenmesi zaman alabilir. Eğer bu tip "kazalar" sıklıkla tekrarlıyorsa çocuğunuz tuvalet eğitimine henüz hazır değil demektir.

Bazen çocuğunuz tuvaleti geldiğinde sizden bez isteyebilir ve tuvalet ihtiyacını gidermek için kendi belirlediği bir yerde oturmak isteyebilir. Bunu başarısızlık olarak değerlendirmek yerine tuvaletinin geldiğini anladığı için çocuğunuzu ödüllendirmelisiniz. Bu durumda, çocuğunuzun bezi üzerinde olduğu halde tuvaletini banyoda yapmasını önerebilirsiniz kendisine. Ondan sonra yavaş yavaş bezi olmadan lazımlığa oturarak tuvaletini yapmasını sağlayabilirsiniz.
Çoğu zaman çocuğunuz lazımlıktan çok normal tuvalete oturmayı zamanı gelince kendisi isteyecektir. Bu istek karşısında çocuğunuzun tuvalete nasıl oturması gerektiğini de sizin ona öğretmeniz gerekecektir.

Tuvalet eğitimi öncesi, eğitim sırasında veya sonrasında herhangi bir sorunuz olduğunda veya aklınıza bir konu takıldığında lütfen çocuk doktorunuza danışın. Genellikle ufak bir sorun kolayca çözülebilir, fakat tıbbi veya psikolojik problemler varsa o zaman tedavi gerekebilir. Çocuk doktorunuzdan gelebilecek herhangi bir yardım veya öneri çocuğunuzun tuvalet eğitimini kolaylaştıracaktır.(mynet)

ENKOPRESİS (DIŞKI KAÇIRMA) :
Çocuğun kakasını tutma ve bırakma işlevini kontrol edebileceği yaşa gelmiş olmasına karşın, istemli ya da istemdışı olarak kakasını uygun olmayan yerlere bırakma ile belirlenen bir bozukluktur. Çocuk, hiç kontrol geliştirmemişse, birincil enkopresis; en az bir yıl kontrol edebildikten sonra, kakasını kaçırma başlamışsa, ikincil enkopresis denir. Genellikle gündüz uyanıkken daha sık olur.
İkincil enkopresis, 4-8 yaşları arasında başlar. Ülkemizde oldukça sık görülen bir bozukluktur. Erkeklerde kızlardan üç defa daha sık görülmektedir (Öztürk, 1969, s.387).
Enkopresis tanısının konulabilmesi için, istemsiz ya da amaçlı olarak, yineleyen bir biçimde dışkının uygunsuz yerlere yapılması en ez 3 ay süreyle, ya da en az bir kez böyle bir olayın olması. Takvim yaşının en az 4 olması veya eşdeğer bir gelişim düzeyinde olması göz önüne alınmıştır. (D.S.M. IV).
Nedenleri :
Sözkonusu bozukluk, değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Yetersiz tuvalet eğitimi verilmemesi ya da bu eğitime yeterli yanıt alınamaması şeklinde olabilir. Bu durumda bağırsak kontrolü hiç kazanılmamıştır. İkinci şekilde ise ruhsal bir bozukluğa bağlı olarak, fizyolojik bağırsak kontrolü anormal olmasına karşı bir isteksizlik, direnç ve başarısızlık vardır. Fizyolojik olarak dışkıyı tutamamanın sonucu ortaya çıkan son durumda ise, bağırsak içeriğinin birikmesine bağlı olarak kaçırma ve uygunsuz yerlere dışkılama, görülebilir (Güleç, 1998, s.1162).
Enkopresisin ortaya çıkışında barsak işlevlerinde yapısal bir bozukluk olabileceği gibi, tuvalet eğitiminin yanlış verilmesi ve psiko-dinamik etkenler etkili olmaktadır. Tuvalet eğitimine erken başlanılan çocuklarda enkopresis görülebilmektedir. Çünkü, yeterli kas gelişimi olmadığı için bu durumu çocuk engelleyemez. Ayrıca aşırı disiplin uygulayan anneye karşı, bir tepki şeklinde de ortaya çıkabilmektedir (Öztürk, 1994, s.439).
Başka türlü dışa vuramadığı saldırganlık duygularını bu yolla ifade ediyor olabilir (Öztürk, 1969, s.387).
Yeni bir kardeşin doğumu, anneden ayrılık, korkutucu olaylar hastaneye yatış, anaokuluna gidiş gibi tedirgin edici durumlar, çocukta bir gerilemeye yol açar. Bu çocukların, annelerinin, temizlik ve titizliğe önem verişleri ve cezalandırıcı tutumları özellikle dışkılamada belirgindir. Dışkıların çocuğun annesiyle arasındaki bozuk ilişkiyi gösteren bir durum olarak da değerlendirilebilir (Yörükoğlu, 1983, s. 250).
Tedavisi :
Enkopresis, çocuğu utandıran, benlik saygısını zedeleyen, sosyal yaşamını, arkadaş, aile ilişkilerini bozan bir belirti olduğundan tedavi büyük önem taşır (Öztürk, 1969, s.387).
Çocuk, hangi nedenle olursa olsun, altını pisletmeye başlarsa, bunun bir alışkanlık haline gelme olasılığı, vardır. Bu duruma sert tepki göstermek, sorunu artırır ve bir kısır döngüye neden olur. Bununla birlikte, ilk evrelerde sadece sorunun kaynağındaki fiziksel nedeni, tedavi etmek yeterli olabilir. Altını pisletmeyi sürdüren çocuklar için izlenebilecek bazı öneriler aşağıda verilmiştir (Çoc. Büy. ve Gel., s.78).
Okul durumuna göre, sabahçı ise öğleden sonra, öğlenci ise sabahleyin kakası gelsin gelmesin tuvalete oturması ve kakasını yapıncaya kadar beklemesi, gerekirse bunu günde bir kaç tekrarlaması; ancak kakasını yapmamışsa, başka bir şey (oyun, ders, yemek gibi) yapmaması istenir. Bir hafta-10 günlük takvim tutup, her günkü durumu not etmesi ve tekrar etmesi istenir. Dışkısını tutabildiği günlerin sayısı artmışsa, kendisi ile oyun oynanır. Uygun biçimlerde ödüllendirilir (Öztürk, 1969, s.388).
Çok lifli diyet veya yumuşatıcı ilaçlar kullanılarak çocuğun bağırsaklarını mümkün olduğu kadar boşalttığından emin olun. Kabızlık çeken veya bağırsakları çok dolu olan bir çocuğun bu sorunu aşması zordur. Altını pisleten çocuklar, kirli iç çamaşırını temizlemelidir. Bu bir, ceza olmayıp, sorunun daha çok farkına varmalarına ve bundan kurtulmak için daha istekli olmalarına yardımcı olmanın bir aracıdır. Altını pisleten çocuklar, temizleme işini sıkıcı buldukları için konuya duyarlı olmayı öğrenirler.
Başarının fazlasıyla ödüllendirilmesi, altını pisleten çocuklarda kolayca gelişen, güvensizlik ve başarısızlık duygularını engellemede yardımcı olacaktır (Çoc. Büy. ve Gel. S.79).
Tıbbi müdahale, uygun bir rejim ile birlikte dışkının kontrolü için lavman, laksatif ve fitil kullanarak, feçes ile doğrudan fiziksel kontrolü sağlamaya çalışılır (Yavuzer, 1997, s.257).
Çocukları, küçük yaşlarından itibaren, temizliğe alıştırmak ve bu işi ölçülü ve planlı bir şekilde yapmak, çocuğun karakterine ters bir istikamet vermemek için büyük bir sabırla çalışmak, çocuğun özelliklerine göre en doğru tedbirleri almaya dikkat etmek gerekir (Aytuna, 1976, s.230-233).
Altını pisletme 4 yaşından sonra her çocuk için çok ürkütücü bir sorundur ve ciddi olabilecek duygusal sonuçlarının önlenmesi için etkin bir tedavi gerektirir. Tedavi sağlanmazsa, kolaylıkla psikolojik sarsıntıya yol açabilir. Bu nedenle bir uzmanın yardımına başvurmakta gecikmemelidir (Çoc. Büy. ve Gel., s.79).

ÇOCUKLUK OTİZMİ :
Bireyin dış dünyadan uzaklaşıp kendi iç dünyasına kapanması halidir. Otistik durumda olan çocuk çevresindekilere ve olup bitenlere ilgisizdir. İnsanlarla dolu bir odaya girse bile kendini yalnız hissedip ilişki kurmaktan çekinmektedir (Öztürk, 1997, s.429).
Bütün otistik çocuklar, anne-babalarına ve diğer insanlara alışılmış ilişkiyi göstermezler. Bebekten, gülümseme ve ebeveyn kucak açtığında beklenen yaklaşmayı göstermede büyük eksiklik vardır. Anormal göz teması yaygın bir bulgudur. Otistik çocukların sosyal gelişimi, bağlanma davranışının yokluğu ve kişi-spesifik bağlanmada erken nisbi yetersizlik ile karakterizedir. Otistik çocuklar, sıklıkla yaşamlarındaki çok önemli kişileri (ebeveyni, kardeş, öğretmen) tanıyor veya ayırt ediyor gibi gözükmezler. Yabancı ortamlarda kaldıklarında ve yalnız kaldıklarında ayrılık korkusu yaşamayabilirler.
Otizmi tipik özelliklerinden birisi, konuşmanın gecikmesidir. Ayrıca otistik bireyde özgün konuşma bozuklukları mevcuttur. Konuşmalar da zamirlerin karıştırılmasına da (örneğin ben yerine o) sık rastlanır.
Otistik çocuklar, sosyal çevrelerine ya da sosyal uyaranlara tepkisiz davranırken, cansız nesnelere alışılmadık bağlanma gösterebilirler. Kendi çevresinde dönme, nesneleri döndürme, ellerini kanat çırpma tarzında sallama, parmak uçlarında yürüme, anlamsız, tekrarlayıcı, basmakalıp hareketler sık görülür. Otistik çocuklar, kendilerine vurmak ya da kendi ellerini ısırmak gibi kendilerine yönelik saldırgan davranışlar gösterebilirler.
Genelde duygulanım donuk olarak tanımlanır. Bununla birlikte alışılmamış duygusal tepkiler sıktır. Yeni durumlarda panik gibi aşırı tepkiler verebilirler.
Nedenleri :
Genel olarak otizmi ortaya çıkmasında kognitif bir bozukluğun rol oynadığı kabul ediliyorsa da bunun biyolojik kaynağı henüz bilinememektedir. Yapılan biyo-kimyasal, biyo-fizik, genetik, organik araştırmalar, farklı sonuçlar vermektedir.
Bu konuda yapılan araştırmalar çocukluk otizminin tek bir neden bağlı olamaya, heterojen, biyolojik ve psikolojik etkenlerin ortaya çıkardığı gelişimsel bozukluk olduğunu göstermiştir (Öztürk, 1997, s.430).
Tedavi :
Otistik çocukların tedavisinde psikanalitik tedavinin yerini giderek davranışçı tedavi almış; bilişsel, sosyal ve dil gelişmesi için yapılan eğitime önem verilmeye başlanmıştır. Tedavi süreci 2 basamak olarak gerçekleşmektedir.
1. Çocuğu otizminden çıkarmak
2. Var olan yeteneklerini kullanmasını ve çevreye uyumunu sağlamak.
Otistik çocuğun 3 önemli özelliğini kullanarak uygulayacağımız yöntem olumlu sonuçlar verecektir. Bunu kısaca açıklamak gerekirse :
a. Bu çocuklar başka birisinin kendisine dokunmasında hoşlanmamakta, kucaklanmaktan kaçınmaktadırlar.
b. Müzik ile çok ilgilidirler. En huysuz oldukları sırada müzik dinletildiğinde yatışırlar.
c. Sallanmaktan çok hoşlanırlar. Kendi kendine sallanma, döndürme hareketine çok rastlanır.
Bunları yaparken huzur içindedir. Çocuğu otizimden kurtaracak bu özellik şöyle kullanılmaktadır:
Çocuklar çok hoşlandıkları ve kolay kabul ettikleri müzik ve sallanma uyaranları aldıkları sırada hoşlandığı dokunma uyaranı almaya karşı direnç göstermemektedirler. Kucaklayıp vücudunun çıplak bir bölgesi okşanırsa kaçınmaz, giderek haz alırlar.
Daha sonra bu dokunma duyusuna karşı ihtiyaç duyup kendi dokunanı arama davranışlarıyla bu hazzı istediklerini aramaya başlarlar. Böylece otistik duvar delinmiş, insan ilişkileri başlamış olur. Her çocuğun otizimden çıkması için geçen süre aynı değildir. Bazıları hiç çıkmazlar (Öztürk, 1997, s.430-431).

OKUL KORKUSU :
Çocuklarda okula gitmek istememe ve gitmeme durumu, bazı yazarlar tarafından okul reddi, bazıları tarafından okul korkusu olarak isimlendirilmektedir. Çocuk birden bire bir gün okula gitmek istemez. Zorlanmalar karşısında anksiyete duyar; panik içinde girer, midesi bulanır, kusar, ağlar, gitmemekte direnir, bazıları zorlamalara dayanamayıp yola çıkar, ya yarı yoldan döner, ya sınıftan çıkar eve gelir (Öztürk, 1969, s.383).
Çocuk, neşesizdir, uykuya dalmakta güçlük çeker, iştahı kesilir, ödevlere karşı ilgisi azalır, her sabah somatik bir belirti ile uyanır. Başı, karnı ağrır, midesi bulanır. Bir gün okula gitmeyeceğini bildirir. Neden olarak, öğretmen korktuğunu veya bir arkadaşının kendisini rahatsız ettiğini söyleyebilir. Çoğu zaman evde rahattırlar. Şiddetli vakalarda çocuklar, evde de huzursuzdurlar. Bağlı ve bağımlı oldukları aile bireyini (bu genellikle annedir) bir yere bırakmaz, peşinde dolaşırlar (Öztürk, 1969, s.384)
Nedenleri :
Okul korkusunun kaynağı genelde anneden ayrılmak kaygısıdır. Bu davranış bozukluğu bir aile nevruzu şeklinde görülmektedir. Böyle aile bireylerinin birbirlerine karşı aşırı bağımlı durumları göze çarpar. Okul korkusu olan çocuk, okula gittiği zaman anne-babasına bir şey olacağından korkmaktadır. Aşırı bağımlı olan anne ve baba çocuğuna okulda bir şey olacağı kaygısını devamlı yaşarlar. Bu durumda çocuğa karşı aşırı ilgi göstermeleri sonucunda çocuk, bağımlı bir kişilik özelliği kazanarak, ileride uyum problemleri yaşayabilmektedir. Çünkü onlarda birbirlerine aşırı bağımlı olmalarını istemekte ve bu durumu desteklemektedirler (Öztürk, 1997, s.437).
Okul korkusu, geliştiren çocuklar, genelde başarı kaygısı olan, uslu, uyumlu, aşırı onay bekleyen, ailesine bağımlı çocuklardır. Bu kişilik özelliklerine sahip çocuklarda tetiği çeken bir etken hastalığı başlatır (Ailede Hastalık, kardeş doğuşu, gibi).
Anne ve babanın disiplin konusundaki yetersizlikleri sonucu çocuğun egemenlik duygusu artmakta ve kendi istekleri doğrultusunda davranmaya başlamaktadır. Ayrıca çocuğun yabancı bir ortama girmesi de okul fobisini başlatabilir (Yavuzer, 1994, s.179).
Tedavisi :
Okula gitmediğinden dolayı, çocuğu suçlamaktan kaçınılmalıdır. Ona bu durumun bir çok çocukta görüldüğünü, tedavi edilebileceği anlatılır. Onun güvenini kazandıktan sonra her ne şekilde olursa olsun, okula gitmesi gerektiği, zaman geçerse, bu korkuya derslerden geri kalmış olma korkusunun ekleneceği söylenir. Okula ailesinden birisiyle gitmesi, çıkışa kadar onunla beraber okulda kalması istenir. Bunun için okulla işbirliği sağlanmalıdır. Bir yandan da çocuğun bireysel tedavisi, davranış ve oyun tedavisi ile sürdürülür. Aile tedavisinde ailedeki kronik anksiyete, bağlılık, bağımlılık konuları ele alınır. Yaş, ne kadar küçük ise tedaviye yanıt o kadar iyidir ve kısa sürede çocuk, okula döner (Öztürk, 1969, s.384).
Okul korkusu çocuğun okuldan, sosyal faaliyetlerden, uzaklaşmasına neden olduğundan, çocuğun akademik ve sosyal gelişimi önemli derecede etkilenmektedir. Bu durum egemenlik çağlarında da devam ederse, çocukta ağır kişilik bozukluğuna neden olacağından, bu çocukların erkenden tespit edilip, tedaviye gidilmelidir (Yavuzer, 1994, s.180).

ÇOCUKTA TİKLER :
Tikler, bir kas grubunda yinelenen ,istemsiz hareketlerle belirtilen bir bozukluktur (Öztürk, 1969, s.389).
Tikler genellikle iç gerilimlerin ya da çatışmaların öncüleri ya da açık belirtileridir. Bazen çocuk, her boynunu silkişle, kaşlarını, gözlerini oynatışta iç yaşamdaki bir gerilimden kurtulma çabası içinde olduğunu açıklayabilir (Yavuzer, 1994, s.260).
Tiklerin her çocukta oluş şekli ve sayısı bakımından farklılık vardır. Genellikle,
a- Gırtlak temizlemek için yapılan hareketler,
b- Ağız ve dudak hareketleri,
c- Göz kırpmak, kaş oynatmak,
d- Burun çekmek,
e- Hızlı hızlı nefes almak.
f- Ses çıkarmak.
g- Boyun adalelelerini kasmak.
h- Burun kanatlarını oynatmak.
i- Parmak çıtlatmak, kolları germek, omuz silkmek,
j- Baş oynatmak, baş sallamak.
k- Atlamak, sıçramak,
l- Karın adalelerini gerip bırakmak gibi şekilleri vardır.
Çocukta bazen bu tiklerin birden fazlası bir arada bulunur. Çocuk bir süre sonra bunların şeklini değiştirir (Yavuzer, 1984, s.223, s.224).
Nedenleri :.
Tik, genellikle erkek çocuklarda ve erken yaşlarda başlar, ruhsal nedenlerle ortaya çıkar (Yavuzer, 1994, s.260).
Tiki olan çocukların genellikler yetenekleri üstünde zorlanan, sürekli kardeş ve arkadaşlarıyla kıyaslanan, yeterli ilgi ve sevgi içinde büyümeyen, aşağılanıp, hor görülen çocuklar oldukları dikkati çeker. Bu tür aile ortamlarında, aile içinde gerginliğin egemen olduğu anne-baba ve çocuklar arasında yeterli bir duygusal ve toplumsal iletişimin bulunmadığı görülür (Yavuzer, 1994, s.261).
Tiklerin en önemli nedenlerinden biri de taklittir. Çocuğun başka birini sık sık taklit etmesi sonucu tekrarlama yoluyla kendinde bir tik gelişebilir (Yavuzer, 1994, s.260).
Bu nedenler dışında kalan ve genel olarak tiklerin ortaya çıkmasında rol oynayan ruhsal etkenlerin başında, erken yaşlarda başlayıp ve sürüp giden korku, tedirginlik, kaygı, gerginlik vardır. Çocuklarda görülen diğer davranış bozuklukları gibi tikler de çocuğun duygusal durumu, ana, baba ilişkileriyle yakından ilgilidir. Yaşadığı çevre kavgalı, tedirgin ve güvensiz olan çocuklarda başka bir deyişle sürekli olarak çevresiyle çatışma içinde bulunanlarda birden olan aşırı korku, coşkunluk, yorgunluk, öfke, acı gibi durumlar tik yaratabilir (Köknel, 1992, s.169).
Tedavisi :
Çocukta tik görüldüğünde bir pedagog ya da ruh hekimine gidilerek bu etkenler çıkarılabilir. Tiki oluşturan nedenler, ruhsal kökenli ise, çocuklara oyun terapisi, psikoterapi ve davranış terapisi uygulanır. Ayrıca aileyle danışma da yapılabilir. Çocukla psikoterapi yapılırken, çocuğun tikine sebep olabilecek durumlar gözlemlenir ve çocuğun bunların farkına varması sağlanır. Çocuğun benlik saygısını korumaya çalışarak, gereken psikolojik terapi uygulanır (Yavuzer, 1994, s.262-263).
Hastanın başta ailesi ve okulu olmak üzere yakın çevresinin tikler hakkında eğitilmesi, tiklerin "inadına" davranışlar olmadığını öğrenmek, çocuklarının genetik geçişli bir nöropiskyatrik hastalığın etkisiyle böyle davrandığını kabul etmek aileleri ve öğretmenleri rahatlatarak, beklentilerini olumlu yöne çeker. Öğretmenleri hastalık hakkında bilgi kazanmaları, çocuğun sınıfta yetersiz tepkilerle karşılaşılmasını önleyerek sınıftaki durumunu düzeltir (Güleç, 1998, s.1154).
Tikler dikkat çekildikçe, artış gösterir. Çocuğun tiklerini kontrol etmesi istenirse, çocuk zorlanabilir ve gerginlik duyabilir. Bu durumda olumsuz etki yaparak, tiki çoğaltabilir. Tikler genellikle ergenlik çağından önce düzelmeye başlar. Eğer herhangi bir düzelme olmuyorsa, ailenin çocuğa karşı, olumsuz tavır takınmaması gerekir. Çocuğun benlik saygısını zedeleyecek davranışta bulunmaları, çocuğun ruh sağlığı açısından, faydalı olacaktır (Yörükoğlu, 1983, s.240).

DİKKAT EKSİKLİĞİ (HİPERAKTİVİTE) :
Sağlıklı bir çocuğun hareket etmesi kadar tabii bir şey olamaz. Ancak kimi çocuk vardır ki, bu olağan canlılığın çok ötesinde bir hareketlilik içerir. Bu özelliklere sahip olan çocuklara hiperaktive çocuklar denir. Bir an bile erinde duramayan böyle bir çocuğun bir problemi var demektir (Gezer, 1996, s.77).
D.E.H.B.'nin temel özelliği, kalıcı ve sürekli olan dikkat süresinin kısalığı, engellemeye yönelik denetim eksikliği nedeniyle davranışlarda ya da bilişte ortaya çıkan ataklılık ve huzursuzluktur. Bunun sonucu olarak çocukta gelişimsel olarak aşağıdaki üç temel sorun ortaya çıkmaktadır.
1. Kısa dikkat süresi
2. Yetersiz dürtü kontrolü
3. Aşırı hareketlilik.
Bu çocuklar, bireysel katılım gerektiren etkinlikleri sürdüremezler ve bir işi tamamlamadan diğerine geçme eğilimi ile birlikte düzensiz, denetimsiz, aşırı hareketlilik gösterirler. Dikkat eksikliği, işleri bitirmeden bırakma ve görevleri erken terketme şeklinde görülür. Aşırı hareketlilik ise sakin olmayı gerektiren durumlarda aşırı huzursuz olma şeklindedir ve duruma bağlı olarak çevrede koşma ve atlama, oturması gerektiğinde oturamayıp kalkma, kıpırdanıp durma şeklinde olabilir. Bu sorunlar genellikle okul yaşamı boyunca ve hatta erişkin yaşamda da sürse de genellikle hareketlilik ve dikkatle ilgili yavaş bir düzelme gösterirler. Sıklıkla pervasız ve karşı çıkma niyetiyle olmasa da kuralları çiğnediklerinden disiplin sorunları olur. Erişkinlerle ilişkilerinde sosyal sınırları bilmezler diye çocuklarla ilişkilerinde ise pek sevilmezler ve yalnız kalırlar. Bilişsel yetmezlik, motor ve dil gelişimine özgü gecikmeler de sıklıkla görülür (Güleç, 1998, s.1124-1125).
Nedenleri :
Bozukluğun gelişmesinde, temel bir etkiden çok, hazırlayıcı ve ortaya çıkışını hızlandırıcı etkilerden söz edilebilir. Bozukluğu olan çocukların sıklıkla parçalanmış ailelerden geldiği, ana-babanın sürekli geçimsizliği ve anne-babada sürekli bozukluk ile tek ya da ilk çocuk olma oranının kontrollerden daha fazla olduğu bildirilmektedir. Yetiştirme yurdundaki çocuklarının dikkat sürelerinin kısa ve aşırı hareketli oldukları gözlenmiş, bunun uzun süre duygusal yoksunlukla ilişkisi olabileceği ileri sürülmüştür.
Dikkat eksikliği, kızlara oranla, 6-10 kat daha fazla görülür. Yakın akrabalarda görülme sıklığı oldukça fazladır. Bu ailelerde gelişimsel bozukluklar vardır. Depresif durumlar, alkol bağımlılığı, davranış bozukluğu ve kişilik bozuklukları çocuğun yakın çevresinde yaygındır (Öztürk, 1997, s.444).
Tedavi :
D.E.H.B. tedavisinde psiko sosyal e tıbbi girişimleri içeren çok yönlü tedavi yaklaşımı gerekmektedir. Psiko-sosyal girişimler, aile, okul ve çocuk üzerine yoğunlaşabilir, aileye yönelik girişimlerde D.E.H.B. ile ilgili bilgilendirme yapılır, destekleyici gruplar, kitaplar önerilir, amaç, çocuğun ev içi yıkıcı davranışlarını azaltmak yanında, ebeveynlerin başetme konusunda kendilerine güvenlerini artırma ve aile içi sorunları azaltmaya da yöneliktir. Aile içi patolojilerin tanınıp ele alınması da sağlanır (Güleç, 12998, s.1128).
Dikkat eksikliğinin tedavisinde, ilaç da kullanılmaktadır. Hekimin kontrolü altında Menilfesidat (ricalin) türü ilaçlar verilebilir. Bu ilaçların dikkat eksikliğine olumlu etkiler yaptığı ispatlanmıştır. Bu ilaçlar 6 yaşından küçük çocuklara kesinlikle verilmemesi gerekir (Öztürk, 1997, s.445)

HIRSIZLIK - ÇALMA:
Çalma olayı, 5 yaşına kadar bir sorun oluşturmaz. Her çocuk nesnelere sahip olmanın anlamını ve başkalarına ait olan şeyleri olamayacağını öğrenmelidir. Bunu öğretmenin en iyi yolu, çocuğun kendisine ait eşyaları almasını sağlamak ve yeterince büyüyünce kendisine harçlık vermektir (Yavuzer, 1994, s.27).
Çocukta gerçek çalmadan sözdebilmek için, çocuğun en azından 7-8 yaşını geçmiş olması gerekir.
Hırsızlığa karşı eğilim her vakit kusurlu bir eğitim sonucu çocuklara aşılanmaktadır. Ne var ki, bu çocuklarda da çalıp çırpma temel hastalık, temel durum değil, hastalığın dışa vurulmuş bir belirtisidir (Zulliger, 1991, s.86-87).
Nedenleri :
Yinelenen çalmaların en önemli nedeni, çocuğun doyumsuzluğunda aranmalıdır. Doyumsuzluk, çok çeşitli durumlarda ortaya çıkabilir. Kısa süreli ya da uzun süreli olabilir. Yeni bir kardeşin doğumuyla pabucunun dama atıldığını sanan çocuk, kısa süre için annenin çantasından para aşırabilir. Bu davranış, kendisini yüzüstü bırakan anneye karşı bir öç almadır. Sevilmeyi ya da ana-babasının sevgisini yitirdiğini sanan çocuk, çeşitli yollardan bu sevgiyi geri getirmeye çalışır. Olumsuz biçimde de olsa ilgisini üstüne çekmeye uğraşır (Yörükoğlu, 1989, s.256).
Çocuk hırsızlıklarının diğer bir çağı da yeni bir heyecan verici tecrübeler yaşam ya da çevresini atlatarak bir üstünlük ye da hakimiyet duygusu elde etmek için işlenir. Çocuk ve gençlerde bu isteklerin doyurulması doğal ruhsal bir ihtiyaçtır ve davranışlarının bir çoğu bu ihtiyaçları doyurmak istikametine yöneltilmiştir. Bu istekler, organize edilmiş faydalı bir takım eğitsel faaliyetlerle, beğenilir, kanallara akıtılmadığı taktirde çocuk bunu komşusunun bahçesinden, meyve-pastacı dükkanından çörek, otellerden havlu ve terlik aşırmak suretiyle tatmine kalkışır. Bu neviden hırsızlıklar genel olarak grup halinde işlenir ve çokluk, çalışan eşya ile herhangi bir ihtiyacı kapatmak bahis konusu değildir.
Çocuk ve gençlerin hırsızlıklarının bir kısmının da ana-baba baskınsına karşı sembolik bir isyan hareketi diye manalandırmak mümkündür (Enç, 1978, s.172-173).
Tedavisi:
Çocuklara bazı isteklerini kontrol etmeyi öğretmek, bu konuda onlara ciddi bir biçimde yardım etmek, toplumsal değerler olarak mülkiyet kavramını ve başkalarının ve başkalarının mülkiyet haklarında saygı oluşturmak, onlara verilmesi gereken eğitsel bilgilerin başında gelmelidir. Bundan başka, çocuklara 7-8 yaşlarından itibaren, düzenli olarak harçlık verilmesi, eğitimsel planda önem taşır. Harçlık yaşa, ekonomik olanaklara ve koşullara göre değişir.
Bunun yanısıra, ana-babalar, başkalarının haklarına saygılı bireyler olarak, çocuklarına iyi örnekler sunmalıdırlar. Ana-babalar sağlıklı örnekler olmadıkları sürece bu doğrultuda alınacak önlemlerin yararı yoktur.
Ana-babanın kişilik yapılar, tutum ve davranışları da önemlidir. Anne ve babanın davranışları, dengeli ve tutarlı olmalı, aşırı sevgi ya da katı bir otorite üzerine kurulmamalıdır. Ana-babalar, çocuklarını özerk davranıştan yoksun bırakmaktan korumaya özen göstermelidirler. Ana-babanın verdiği ahlaki özellikler, onun kavrayıcı yeteneklerinin sınırlarını aşmalıdır.
Tedavi yönetimde ana ilke, benliği güçlendirmeye, benliği zayıflatan iç çatışmaları açığa çıkarmaya dayanır. Böylelikle anti-sosyal davranışlar, yerini toplumca kabul edilmiş uyumlu davranış b,içimlerine bırakır (Yavuzer, 1994, s.275-276).

 SALDIRGANLIK :
Genellikle doğuştan varolduğu kabul edilen bir dürtüdür. Bunun dışında çevrenin olumsuz tutum veya gereksiz engellenmeler, çocuğa yöneltilen saldırganlıkları, çocukta saldırganlığın oluşmasına veya saldırganlık dürtüsünün beslenerek güçlenmesine neden olabilir. Bazen de bu dürtü çocuğun kendi kendine yönelir. O zamanda çocuğun kendi kendini yaralaması, öfke nöbetleri, saç koparma gibi uyum bozuklukları ortaya çıkar, başını duvarlara vurma, başını yerlere vurma gibi eylemler de bu nedenle ortaya çıka. Dışa dönük saldırganlıkta yemekleri dökme, bebekleri dövme, oyuncakları kırma, kağıtları yırtma, küfür etme, tepinme, ısırma gibi belirtiler sık görülür (Aydoğmuş, 1993, s.144).
Saldırgan çocuk, ruhsal sorunları nedeniyle, yaşıtları ve genel olarak çevresiyle uyumlu ilişkiler kuramayan çocuktur. Aşırı geçimsizlik, ilişkileri gergin ve sürtüşmelidir. Olağana anlaşmazlıkları bile gücüyle çözmeye çalışır. Öfkesini yenemez, hep kendini haklı çıkarmak eğilimindedir. Cezalardan etkilenmez veya bir süre etkilenmiş olur. Bu tanıma göre, çocuklar ruhsal sorunlarını davranışlarına aktarırlar. Saldırganlık cinsel dürtü gibi insanda varolan bir dürtüdür. İnsanın yaşaması için gereklidir (Yörükoğlu, 1989, s.259).
Nedenleri:
Saldırganlık genellikle toplumsallaşma evrelerinin bozuk geçtiği ve yeterince sindirilemediği çocuklarda zorlandığı, sert yöntemin hakim olduğu ebeveyn tutumuna bağlı olarak veya güvensizliğin kompozisyonu için ortaya çıkması mümkündür. Bunun devamlı kullanılması bir karakter özelliği kazanmasına neden olur. Ciddi uyum ve davranış bozukluklarında görülen saldırganlık sıklıkla, zeka geriliğinin veya psikolojik bi reaksiyonun bir semptomu olabilir (Aytuna, 1976, s.234).
Tedavisi:
Esas olan çocuk büyüdükçe ve geliştikçe saldırganlığı oluşturan gücü, toplumsallaşmasının kurallarıyla bağdaşır şekilde yararlı uğraş alanlarına dönüştürülmesi ve çocuğun uyumlu davranışlara yönelmesini sağlamaktır (Aydoğmuş, 1993, s.144).
Spora ve yarışmalara yönelen çocuk ve gençlerde saldırganlık dürtülerinin büyük ölçüde deşarj olduğunu kabul etmek gerekir (
Aytuna, 14976, s.234).

   

 


 
 
  Ziyaretçi Sayısı: 33954 visitorsZiyaret Etti!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol